ÜŞÜYECEKLER
June 7, 2015
Vesikalılar merttir,
Kimseden saklamazlar kendilerini.
Düşünce ve kalp orospularıdır
En tehlikelileri…
Hayat çalarlar. nefes çalarlar.
Üflerler, söndürürler
aşkları, gülüşleri, yüzleri, sevinçleri,
Gelecekleri…
Yalan hayatlarla
Gerçek hayatları yıkarlar…
Saklanırlar bu orospular,
Kendilerinden, hayatlarından
Boş çerçevelerdeki hayali resimlerdir
Yalan gerçekleri…
Aslında yoktur, boştur çerçeveleri…
Orospunun erkeği kadını olmaz.
Gönül orospusudur hayat yıkan…
Üşürler, üşüyecekler
Ömürleri boyunca enselerinde olacak
Parçaladıkları hayatların nefesleri…
O nefesten buz tutmadan
Ölmeyecekler, ölemeyecekler…
04/06/2015
MELİKE PEHLİVAN İŞLER
KURŞUN
August 13, 2014
Hayatı olduğu gibi kabul etmek lazım derler yazarlar. Ediyoruz hadi bakalım, bazen ne kadar zor olsa da en büyük gayretimiz bu yönde zaten her zaman… her gün güneş doğacak biliriz ama öyle ama böyle…. Hegel’in de dediği gibi en sağlam arkadaşımız gölge bile hep güneşli havalarda yanımızdadır. İşte bu yüzden sen kimilerinin hayatına güneş olursan yanındadırlar. Bir gün çehreni karart herkes el olur. Sen durmadan empati yaparsın, öyle demeyeyim, onu sormayayım incinir kırılır yanlış anlar, ruh halini düşürmeyeyim dersin, bir an gelir sen de beklersin bana dönsün, benim ayakkabılarımı giysin…. Ama nafile, senin hayatının bütün kodları ve şifreleri açıktır, ortadadır. Kazara sen karanlığından çıkmak için bir ışık beklersen, hatalı, problemli olursun… Ne zaman biteceği sorulur; cevabı gayet basittir ve açıktır. Sen puslu havada da de gölge olabildiğin zaman bitecektir aslında.Konuştuğun zaman sadece dinlediğin zaman değil. Neden mi? İnsanlar konuşmalılar, iletişim kurmalılar, birbirlerinin gözlerine bakmalılar. Güneş olabilmeliler her daim…. Çünkü teklik duygusu insanoğlu için rahatsızlık verici, sen bütün kod ve şifrelerini açık ediyorsan ve o Pandora’ nın kutusunu oynuyorsa, kutuyu sen açmaya kalkıyorsun zihninde, işte o zaman kutudan çıkma ihtimali olan da olmayan da geliyor zihnine…. bu durum var ya en iyi Grange’ın deyimiyle kıçında bir kurşun…
Bu yüzden de sıkılıkla incinen, düşünen, kendi içinde savaş veren ama hissettirmeyen her zaman sensindir. hem onun savaşını verirsin, onun gibi düşünüp; hem de kendininkini…. Bu yük biraz paylaşılsa ne kadar hoş olur aslında… Paylaşmayan yalnızlık insanın içinde öfke enerjisi birikmesinden başka bir boka yaramıyor. Yaşama, yaşamamaya, olana, olmayana her şeye öfke…. Sonunda da o öfke kendine, yalnızlığına çeviriyor oklarını…. Soruyorsun neden sadece ben düşünüyor, neden sadece ben soruyorum…. Neden benim kartlarım açık???? Çok zor öfkelenen de öfkelenilen de sensin…. Tıpkı koca bir dağa çarpıp geri gelen senin öz çığlığın gibi…..
ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN!!!!
İYİ ÇOCUKLAR
July 19, 2014
Bir kara film Silsile, gece başlayıp gece devam eden ve sabah sona eren bir gecelik Kara Film…
Bir gecede tamamen değişen, alt üst olan yaşamların insan reaksiyonları temelinde anlatan kötü rüya kıvamında güzel bir kara film Silsile…. Gürültülü başlayıp gürültülü deva ederken hayatlarını ve kararlarını sorgulayan bir avuç insanı kwsiştiren aptal olaylar zincirinin ekseninde bulunan temel olgu ise, alıcının dikkat kesilmesi gereken, karakterlerin değişimleri aslen kanımca. Türk seyircisinin pek alışık olmadığı karanlık İstanbul atmaosferi de el değmeden, olduğu gibi filme alınmış Silsile’de.
Yönetmenimiz Ozan Açıktan iyi bir kurgu ve gerçekten iyi bir sinemataografi ile karşımıza çıkıyor filmde. Az mekan kullanmış omasının dezavantajını avantaja çeviren sekanslar ve çekimlerle sinema severlerin ağzında bence güzel bir tat bırakıyor. Her film – noir’de bulunan Fatal Female karakteri Silsile’de de mevcut fakat aşina olduğumuz kadar ölümcül değil bizim kadınımız. Belki de eleştirmek istersek söylenebilecek nokta da budur; film – noir klasiklerinde görünmeyen bir iyimserlik yatıyor filmin genelinde ve kadın karakterin özelinde. Bu sebepten de yönetmenin yarattığı kaos bazı evrelerde yumuşamaya mecbur hale geliyor. Tanıdık kara filmlerde karşımıza çıkan karakterlerin ruhsal dengesizliği sebebiyle ortaya çıkan bir dizi olay örgüsünden ziyade Silsile’de bu olayların nedenleri anlatılıyor alıcıya…
Filmin başında başka hikayeler için temel olabilecek bir olayı sunarken, biz eyvah derken, daha sonra anlıyoruz ki başında bize gösterilen Silsile’deki en masum olaymış, Kim SUÇLU? Kim SORUMLU? Kim İYİ? Kim KÖTÜ? sorularına mütemadiyen cevap aradığımız filmde. Herkesin kirli yanları ortaya çıktıkça, onlara olan tavrı değişen bir dünya insan, öfke ve ötekileştirmenin verdiği hınçla başkaldırana dönüşebilen, kılıçlarını çıkarabilen hem suçlu hem de kurban ama sırtımızı dönemeyeceğimiz bir yığın insan gelip geçiyor sahnelerde. Aslanların fare, farelerin de ne kadar kolay aslan olabileceğini inceden düşündüren kapalı alan çekimleri ile sinemaseverlerin aklında kalacaktır mutlaka Silsile.
Rant, güç, aldanmışlık, aldatılmışlık, tamah, menfaat, güce teslimiyet, yalan, örtbas etmek, sebepsiz şiddet ve korku Silsile’yi seyrederken aklınıza çarpıp duran olgular olacaktır. Ama film en önemli olanı, olacak olanı ilk elden göstererek sizi oyun dışı da bırakacaktır!!!
Daha önemli ve ciddi bir son var mı hayatta?
O ciddiyetle başlayıp o ciddiyetle sona eren bir kara film Silsile.
Film boyunca sorulan ”Neden geldin?” sorusuna da acı ve gerçek bir cevap verdiyor film size…
Seyredin pişman olmayacaksınız; mutlaka burada karaladıklarımdan daha fazla olgu hatırlatacaktır size de tüm kara filmlerin yapabildiği gibi….
Öte köy yok….
Sinemayla kalın!!!
Güle güle…
December 31, 2013
http://http://www.youtube.com/watch?v=_3ZGTlt-DDs
Hadi git hayırlısıyla 2013. Geldiğin zamanı hatırlıyorum, neler beklemiştim senden. Olmadı, hadi hakkını yemeyeyim hepsi olmadı da beklemediklerimle karşılaştırdın beni. Yerine koydum zannettiğim parçalarını oynattın yerinden benim yap bozun. Biri, ikisi kalkınca parçaların yap boz dağıldı. Dedim tekrar yaparım ben yap bozu. Adı üstünde yap boz; evdeki hesap çarşıya uymadı. Olmadı da olmadı… Başarısızlık oturdu boğazıma, yutamadım; büyüdükçe büyüdü… Büyüdükçe yayıldı ve hasta etmeye yetti. Çıplaklık, yalnızlık, kimsesizlik geldi beraberinde yapışkan, yalaka, lüzumsuz arkadaşlar gibi gitmesi gerektiğini anlamayan. Seninle ilişkimiz bir kayıp zannı vakası ile başlamıştı; bir çok şey kaybedilerek bitti. Umudumu, inancımı, iyi niyet gözlüklerimi, sevecenliğimi, heyecanımı, sıcak duygularımın çoğunu yitirmemle sona eriyor. Sen ister depresyon de, ister mutsuzluk de; ne dersen de. eğer bir adı varsa; benim yap bozum bozuldu ve tekrar düzelmiyor. Bazen öyle anlar oluyor ki hiç düzelmeyecek ben onun bu bozuk, kırık dökük haline alışacağım gibi geliyor. Ayak diriyorum alışmamak için ama olmuyor. Çok kuvvetli bir baskı yaptın bana be 2013…
Kendimi hiç bu kadar ezik, mutsuz, çaresiz, kırılgan, beter hissetmemiştim sen gelene kadar. Ezdin beni, ezilmeme müsade ettin. Suçladın beni, aklamadın, aklanmama izin vermedin. Kapattın beni bir kutuya, kilitledin; anahtarı da denize falan mı attın? Kim bilir? Belki de anahtar falan da yok. İşte o zaman kötü; sen yine gidiyorsun mazi olacaksın… Ya bıraktıkların, bende attığın çentikler; bir gün onlar da mazi olacak mı? Olursa haber ederim…
Nankör de olmayayım çok; senin iyi geldiğin anlar, saatler, günler de olmuştur tabi…Ama bu sefer bardakta çok az su var, pek kaydedeğer değil inan bana… Öyle susuzluk giderecek türden değil. Yine de senin döneminde sokaklarda ölen gençlerin annelerinden daha şanslıyım, gözü çıkan, sakat kalan gençlerden, açlıktan ölen çocuğun annesinden, çocuğunun babası hırsız olan kadıncağızlardan (!) daha şanslıyım biliyorum…
”Kıçımdaki mermi” tabiri senin için cuk oturuyor be 2013, alınmaca yok. Herkesin kıçına durdun sanki… Bana ayrı, ona ayrı… Herkes seni bir değişik anacak bu gece kocaman sofralarda, yeni gelenden umut ederek senin veremediklerini. Ne diyeyim ümit işkenceyi uzatırmış; 3 ‘tü 4 olur ne fark eder;?… İnsan alışıyor kırılmaya, kaybolmaya umutla, ümitle eziyetini uzatmak için….
SEVGİYLE….
2014’E ŞİMDİLİK MERHABA….
Django. The D is silent.
February 4, 2013
Betina:So you’re really free?
Django: Yes.
Betina: You mean, you wanna dress like that ?
Biz O’nu yedinci sanatın yaramaz çocuğu olarak tanıdık. Ezber bozan senaryoları alışılagelmedik bir şekilde görsel bir şölene dönüştüren, uç karakterleri filme çok şık bir şekilde oturtan, uzun uzun diyaloglarla ve aniden gelişen aşırı kanlı şiddet sahneleriyle alıcıyı koltuğa çivileyen yetenekli yönetmen Quentin Tarantino elbette mevzu bahis yaramaz çocuk. O daha doğuştan başlıyor karmaşadan iyi bir şey çıkarmaya; doğuştan kodu öyle O’nun: İtalyan babadan olma yarı İrlandalı yari Kızılderili anneden doğma üçüncü gözü açık yetenekli çocuk O. Videocuda çalışmış, çok film seyretmiş. alaylı bir yönetmen O. On adet film çekip kimseyi sıkmadan her şey en güzel yerindeyken ve tadındayken bu işi bırakacağını açıklayan Tarantino’nun sekizinci filmi, sekizinci harikası ”DJANGO UNCHAINED — ZİNCİRSİZ” bence bu sene çekilen en iyi ve en dolu filmlerden biri…..
Bana kalırsa film başlı başına bir eleştri filmi. Amerikan İç Savaşı’ndan hemen öncesinde şimdi dünyanın süper gücünün içinde bulunduğu akıl almaz barbarlığın uç boyutlarıyla baş başa bırakıyor sizi. Kanunsuzluk, sebepli sebepsiz şiddet, siyah ve beyazlar arasındaki sosyal sınıf farkı…. Altı çizilen en önemli ölçüt siyah ve beyazlar arasındaki sınıfsal fark, fakat o zamanlar olay sadece sınıfsal fark değil, insanlık dışı muamele…. Kimsenin zenci insanlara adıyla hitap etmediğine, köpek dövüştürülür gibi dövüştürüldüğüne, işe yaramayanın köpeklere yem yapıldığına kadar ne kadar kusmanızı sağlayacak ayrıntı varsa ekrana taşımış Tarantino…. Ve nedenine inmeye çalışmış fakat orada tıkandığını anlayacaksınız; bu ayrımın ve ayrım sonucu yaşanan zülmün temelsizliğini Kluksklanları at üstünde çektiği sahnedeki diyaloglarda bulacaksınız. İşte bu kadar temelsiz ve saçma der size yönetmen kendi uslubuyla.
Oyunculuk muazzam, hepsi ayrı ayrı birbirleriyle yarışacak kadar iyi kotarılmış bir oyunculuk performansı sergilemişler. Christoph Waltz’ın son oynadığı sert ve acımasız rolden sonra burada yumuşak ve insaniyetli bir rolde görmek içimi rahatlattı benim açıkcası. Ama o kadar iyi ki hemen onunla özdeşleşiveriyorsunuz. Cast ilk açıklandığında Leonardo DiCaprio’nun adını duyduğumda ” yok artık” dediğimi dün gibi hatırlıyorum. Ben utandım düşündüğümü hatırlayınca, o ne güzel bir çalışma, aksanı o kadar güzel oturmuş ki hayran olmamak imkansız. Ama ben şahsen Samuel L. Jackson’ı çok beğendim. Kraldan fazla kral olan, olabilen, yaltakçı bir o kadar da menfaatçi, beyazdan daha beyaz ama siyah bir uşağı o kadar mükemmel yansıtmış ki perdeye ölsün inşallah diye dua ederken buluyorsunuz kendinizi O’nu seyrederken. Çünkü biliyorsunuz ki bu bir Tarantino filmi ve mutlaka bir yerde silahlar fora olacak ve kan dökülecek. Jackson’ın filmde bir sahnede -önemli bir gerçeği anladığı bir sahne bu – oyunculuğu o kadar iyi ki başa alıp tekrar tekrar seyrettim…
Oyunculuktan dem vurup da Jamie Foxx’tan bahsetmemek olmaz. Onun oyununda en çok dikkatimi çeken şey soğukkanlılığıydı. Film boyunca başına neler geldi, daha önce bihaber olduğu ne tarz özellikleri olduğunu keşvetti ama O hep soğukkanlıydı. Belki de daha ne olabailir ki ruh halindeydi. Ama görün bakın neler oldu. Her şeye hemen adapte olan Django’nun ilk kez elbise seçme özgürlüğü verilidiğinde; o zamana kadar kendini giydikleriyle dahi ifade edemeyen bir adamın bağırışını da göreceksiniz aynı zamanda o halindeki ciddiyetine hayran olacaksınız.
Bilmiyorum belki de benim bu hissettiklerimi hissetmeniz için yönetmeni ve tarzını anlayıp benimsemeniz şarttır. Ama O’nu sevmeyen bir alıcının dahi bunları seçmesi rahat bir film yapmış Tarantino. Sadece hayranları için değil bu kez herkes için çekmiş bu filmi. Ufak bir yerde de oynamayı da ihmal etmemiş her zamanki gibi….. Velhasıl çok iyi bir film çıkmış ortaya; en çok problem edilecek yanı olan süresi bu şölenin içinde çok küçük ve gereksiz bir ayrıntı olarak kalıyor emin olun… Bununla birlikte müzik seçimleriyle de tam bir Tarantino filmi dedirten Django Unchained’in sonndtarcki de dinlemenizi hararetle tavsiye ediyorum. Yıılar sonra tıpkı Pulp Fiction’ın sondtarcki gibi hala dillerde olacağından eminim….
SİNEMAYLA KALIN………
GRİ ŞİİR – SOFTLY
January 31, 2013
Her iş kibar ya da kaba yapılabilir mi? Elbette… peki öldürme eylemi kibrca yapılabilir mi? Şiirsel olabilir mi?
Benim içimde yaşattığım seri katil bu sorulara evet cevabı verdi tıpkı ”Kiilling Them Softly” filminin yönetmeni Andrew Dominik gibi. Benim kendisiyle ilk karşılaşmam ve onu farklı bir yönetmen diye ilk nitelendirmem ”The Assasination Of Jasse James by The Coward Robert Ford” ile olmuştur. Tek derdi var yönetmenin cinsiyeti erkek olan bir film çekmek. Diğer filminde de bende aynı duyguları uyandıran Andrew, ”Killing Them Softly”de de aynı yolu izlemiş. Bir erkek düşünün öldürebiliyor ama kibarca…. Adamın bir çizgisi var. Var elbette, o çizgi o kadar benimseniyor ki harika çekilmiş bir öldürme sahnesinde tek aklınıza gelen katilin çok hoş olduğu. Yönetmen sizin öldürme eylemini ikincil hatta üçüncül planda düşünmenizi sağlıyor; bunu da ilk elden rolü Brad Pitt’e vererek yapıyor…. Sert adam, kibarca öldüren sert ama duygusal adam Brad Pitt’te vücut buluyor ki bu da işi ister istemez kibarlaştırıyor…..
Yeraltı mafyasında işler üç iş bilmez tarafından karıştırılır ve karışıklığı düzeltmeye gelir Jackie…. Ortalığı karıştıran Avustarlya aksanlı keşlerle kıyaslanınca oldukça klas olan Jackie’nin aynı zamanda uyguladığı yöntem orjinal ve gerçekten kibar bir yöntem: Öldürdükleri insanlar öldürüleceklerini düşünüp salya sümük af dilemeyecekler. İşte bütün kibarlık bu, kişilik haklarını gözeterek infaz. Bununla birlikte öldürülme sahneleri yedinci sanattan teknik anlamda haz alan her alıcının kıskanacağı kadar şiirsel çekilmiş. Ben şahsen çok beğenerek izledim….. Çok harika sekanslardan oluşmuş, agır çekimle ve tüm detaylarla uzun ve güzel bir soneye dönüşmüş….
Film boyuca alt metinde Amerikan ekonomi politasının açmazlarından ve olmazsa olmaz kılişelerinden küçük küçük konuşmalar dinledikten sonra Amerika ve Amerikalı için tüm dünyanın gerçekte düşündüğünü ana karakterin ağzından veriyor bize yönetmen. Son sekans ve uslup bence filmin genel atmosferine oldukça uygundu. Kibarca geçirdi….
Mafya üyelerinin içinde bulunduğu azimli ama acınası durumaları da inceden Mickey’in psikolojisiyle anlatan Dominik, yine öyle herkese göre bir film yapmamış ki kimi ülkelerde seyreden devlet adamları filmin gösterimden kaldırılmasını önerecek kadar filmi anlamamışlar. Bu da ortaya çıkan filmin gerçekten iyi olduğunun bence sağlam bir ispatı….
Kullanılan aksanlar, oyunculuklar ve Brad Pitt’in kibar duruşuyla şenlenen Dominik’in gri şiiri ”Killing Them Softly”
daha da önce de dediğim gibi bir erkek filmi olarak mütemadiyen ”fucking” ……….. tanımlamasını o kadar kullanıyor ki kızımın bile dikkatini çekti. Seyretmiyordu ama mutfaktan duyup sordu ”Anne Fucking ne demek?”
SİNEMAYLA KALIN…….
DÜŞÜNEN SALAK ADAM
January 29, 2013
Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Güneş kucağındadır, bilemezsin,
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Ciğerinde kuruludur orkestra duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun, anlamazsın.
Uçar gider, koşsan da tutamazsın….
WILLIAM SHAKESPEARE
Elin oğlu boşa dememiş ” Ignorance is bliss.” diye; gerçekten öyle. Az bilmek hatta bilmemek hayatta sahip olacağın en büyük mutluluktur. Bilmeyen adam zaten düşünmeyen adamdır, hayattan ve çevresindeki insanlardan öyle aman aman bir şeyler beklemez. Kırılgan değildir, insanların sözlerini ve davranışlarını okumaya, anlamlandırmaya çalışmaz. Ne duyduysa onu doğru kabul eder ve arkasını aramaz. Böyle dedi ama gerçekten bunu mu demek istedi; yoksa aba altından sopa mı gösterdi gibi kaygıları hiç olmaz….. Vuku bulanın neden olduğuna dair asla kafa yormaz; ya da olmasaydı daha mı iyi veyahut kötü olurdu gibi fazladan mesai yapmaz…. Düz bir adamdır o; bilmez, düşünmez, sorgulamaz ve ilginç bir şekilde mutludur bu adam….
Tam tersi olması gerekirken hayat düşüneni ödüllendirecekken onu duvardan duvara hırpalar. Nedendi niyeydi derken bir bakmışsınız tek başınıza ve mutsuzsunuz. Halbuki her şey daha iyi olsundu tek gayeniz. Olmadı…. Bu arada kaçırdığınız; her şey tam ve mükemmel olsun, kimse üzülmesin, ben kimseyi üzmeyeyim derken bu hengamede kaçırdığınız bir yığın şans ve mutluluk fırsatları da olabilir elinizden kayıp giden. Sonra bir de onları neden ve nasıl kaybettiğinizi anlayınca da bir sıkıntı oturur yüreğinize….. İşte bu böyle devam eden bir kör dövüş….. Dayağı da kendiniz atıyorsunuz, ama dayağı yiyen de sizsiniz: Bir nevi Fight Club sendromu….
Bu salak, düşünen adam bir gün farkeder ki doğru dürüst kavga bile edemiyor; söylemeyi planladıkları hep boğazında düğümlenip kalıyor. Hep geceleri yalnızken geliyor aklına söylenilmesi gerekenler; o gün tartışmada boğazını düğümleyen, bildiği ama söylemeyi kendine zul addettiği gerçekler bir bir geçiyor konuşma baloncuklarının içinde…. Biliyor gerçekleri, haklı da; onu da çok iyi biliyor. Ama hep aynı saçma zımbırtı bahane:
”Bir hukuğumuz var; ne ayıp; o düşünecek !!!! Niye hep ben düşünüyorum? Neden ağzına geleni söylüyor? Ben söylemedim…”
İşte burda o içine sıçtığım fikir gelir aklına: bana, ona değer verdiğim kadar değer vermiyor….. Kavga bile edemez bu salak düşünen adam…. Tek kavgası kendisiyledir…. En güzel kendiyle kavga eder….
Sapına kadar ister bencil olabilmeyi ama onu da beceremez. Sürekli düşünüp durduğu ” o ne hisseder, o üzülür, o kızar” gibi gel gitli düşünceler yüzünden bencil de olamaz. Kimi zaman benci olur ama bencil olamaz. Çünkü sadece kendini düşünmek ya da sadece kendini sevmek öğretilmemiştir ona…. Belki de hata burda: Sadece kendini düşünmek öğretilmemiş ona. Ona ayıp olur, buna ayıp olur, o senin bilmem kimin öyle konuşulmaz, her düşündüğünü söylemek yakışmaz diye diye hastalıklı düşünen adamlar yetiştirmiş bizim toplum sağolsun….
Bu salaklar sevgiye de çok anlam yüklerler; bir darbe de hep ordan yerler. Çünkü düşünen salak adam koşulsuz sever; bir şekilde tek karşılık olarak onun sevdiği kadar sevilmek ve düşünülmektir tek arzusu….Neyse işte o da olmaz; bu da olmaz….. EN SONUNDA DER Kİ BEN YALNIZIM VE ÖYLE DE KALACAĞIM….
DÜŞÜNÜYORUM O HALDE YALNIZIM!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
ŞEYTAN TIRNAĞI
December 13, 2012
Bazen kanaması gerek. Oynayıp durmanın alemi yok. Saçma bir acı verir mütemadiyen. Parmağınızda kalkan ufak deri parçası gibi, sürekli eliniz gider. Oynar durursunuz. Hep yapmamanız gerektiğini bilerek gider parmağınız. Acır, ama tatlı bir acıdır bu…. Dayanılmayacak gibi falan değildir. Hatta o acıyı hissediyor olmak da sadistik bir haz verir insana… Parmağnızla ne yağtığınızı gören herkes, hemen aynı illet tepkiyi verir: ” Oynama!!!!! Şeytan tırnağı onlar, oynama….” Evet onların adı şeytan tırnağı. Bizim oralarda da öyle derler. Eeee, o zaman ne işi var bende?
Hepimizde şeytan var. Az ya da çok…. İşte o da orada, tırnaklarını çıkartıp kendini belli ediyor. ” Ben burdayım. Senin şeytanınım, beni görmezden gelmek işe yaramaz hemen parmağında, elinin altındayım. Tırnağımı çıkardım sen de oynuyorsun. Saçma bir zevk alıyorsun değil mi? ” Bazen kendi kopar bu şeytan tırnağı kimi zaman da müdahaleyle kopartırsınız. Kanaması gerekir. Bence şarrtır kanaması hatta… Kanama durunca serin bir ferahlık duygusu kaplar içini. Temizlemek şarttır bölgeyi. Temizlenince hele bir soğukluk duygusu kaplar bünyeyi, sanki hiç şeytan tırnağı olmamış da sen de hiç kanatmamışsın gibidir. Derken biraz ısınır bölge, yanar, tekrar temizleme ihtiyacı duyarsın ardından gelen o ferahlık hissini yeniden yaşayabilmek adına. Bunu bir, iki tekrar edersin. Ama bırakmak zorundasındır; açık yaradır sonuçta mikrop falan kapar mazallah…. En son bir dezenfektan sürersin mikrop kapmasın diye…. Genelde kolonyadır bu; % 80 alkol….
Evet bünyeyi alkolle de yıkadıktan sonra yara artık iyileşme sürecine girmiştir; girmelidir de. Eğer tekrar yolmazsanız tabi ki… Yine, yeniden oynamaya başlarsanız ve pek tabi kabuğunu kaldırırsanız yaranın tekrar aynı durumlar yaşanır, tek farkla: Bu kez yara yüzeyi genişler. Aynı süreç tekrarlanır; aynı acı, aynı kan,aynı ferahlık ve daha çok alkol… Derken yarayla aranızda sonu gelmeyen bir kısır döngü başlar. Alışkanlık edinmişsinizdir; yara büyür de büyür. Hissedilen acı, çıkan cerahat ve kan da artar tabi alkol oranı da….
Bu yüzdendir şeytan tırnakları insanlar tarafından gözlenen ve oynama sakın edasıyla sıklıkla uyarı konusu olan bir mevzudur. Sizin onunla bilinçsizce oynadığınızı gören her adem oğlu uyarır sizi. Her seferinde o kabuğu kaldırıp tekrar başa dönme riskini alır insan oğlu çünkü sever o ince acıyı içten içe…. Ne pahasına olursa olsun kabuğu aralar ve çeşitli bahaneler bulur ve tedaviler uygular yaraya…. Bütünleşir yarasıyla hem hep şikayetçidir hem de hep kanatana kadar oynar…..
Oyna, istediğin kadar oyna; senin onlar; aslında gerçekte sensin onlar…
ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN…..
Read the rest of this entry »
2012 SUMMER
July 14, 2012
- Kuşadası