“Hiç bir yere gitmeden daha uzağa gidemezsin.”

Truman (Truman Show)

2023 SEFER SAYILI UÇUŞUMUZ İÇİN KEYİFLİ UÇUŞLAR DİLİYORUMEvet 2022’nin son günü bugün. Biraz romantiğim ben nedense sabahtan beri. Hani misafir gidince ev bomboş kalır ya, o his var. Evden uçup da sana yabancılaşan evler sanki 22 bugün bende. Benim özel yaşamım için iyi bir yıldı. Elbette ki hepimizdeki izdüşümü bu değil o yüzden o toplara girmeyeceğim. Parayla değil sırayla olduğunu bilecek yaşlardayım çok şükür. Evet yaşlarım da epey büyüdü değil mi? Ellilerime geliyorum. Vallahi ben bile şaşırıyorum düşününce. 

Dün bir karar aldım. Öyle pek de “Bir karar aldım insanı değilimdir,” ama aldım vallahi. Cuma akşamı çalışmasından sonra oturumu kapatınca düşündüm: Bundan sonra her yıl bir dosya! 2022 de bir dosya tamamlayınca o derinliklerde yüzmek hoşuma gitti zahir. Her yıl bir dosya tamamlamayı seçiyorum. “Seçiyorum,” demem lâzımmış. Can arkadaşım uyardı. Tabii cümlenin fiili önemli…

Güzel bir yıldı 2022. Hızlı, şaşırtıcı, sabırlı bir yıldı. Sabır etmeyi biliyordum da bir üst seviyeye geçtim sanki bu yıl. Yazarlık kariyerimde, ay ne güzel laf bu, evet yazarlık kariyerimde başka bir boyuta adım attım. Konuşan Kelimeler’i bir üst seviyeye taşıdım. Hâlâ da devam ediyorum o konuda geliştirici çalışmalara. Bugün Nevra “Ben senin yeni yıl dileğini biliyorum,” dedİ; bildi de. Onun dahi bildiği bir dileğim var. İstiyorum gerçekten, hadi hayırlısı. 

Hayatıma lamayı başardığım yeni insanlar güzel heyecanları da heybelerinde getirdiler. Yolda olma hali gerçekten kıymetli. Artık nerede olmak istediğimi aynı zamanda da nerede olmak istemediğimi de biliyorum. Zor bu iş vallahi, bilirsiniz o kadar da kolay değil. İnsanın kendini inşası işiyle doğru orantılı zamansal ve birikim olarak. Giden geri gelmiyor. Dün gece yirmi sene öncesinde uyandık yazı arkadaşlarımla 2003’te. Zor oldu. Genç değildik ve bu kadarının bir daha yaşayacak olmamız biraz gerdi bizi. Yirmi seneyi bir daha yaşayacak olmak, değiştirebilir miydik ki? Hatalarımızı yapmayalım falan demedik hiç birimiz. Neden? Bilinç altımızda o hatırların bizi biz yaptığını biliyoruz çünkü. Kimse hadi dikkat edelim demedi. Çok güzeldi. Yolculuğa başladık direk. Belki de bu konsantre olma hali bize son on yıldan hatıra. “Neden eski şarkılar çalıyor?!” diye ağlayıp dertlenmenin gereği yok ne çalıyorsa dans et. Ağlamamız gerekiyorsa ağlayacağımız, zevk alacağımız işleri yapacağımız, sağlıklı, dosyalarımızı itinayla bitirebildiğimiz hoş bir yıl olsun. Yıllar sonra anarken gülümseten milyonlarca anımız olsun 2023’ten. 

2023 SEFER SAYILI UÇUŞUMUZ İÇİN KEYİFLİ UÇUŞLAR DİLİYORUMDertlerimizin hiç birini bırakamıyoruz hepimiz biliyoruz. Hepsini kapalı kutularda sırtladık gidiyoruz. Tavuk yiyeceğiz, hediyeler vereceğiz birbirimize, bir iki kadeh parlatacağız ve hop divanda yastıkların yerini değiştirip diğer tarafa yatacağız. işte bu, günü güne ekleyerek devam…

Keyifli uçuşlar!

UYUYORUM

March 16, 2021

Hayır, duymuyorum. O ses de ne? Duymuyorum, duymamam lazım. Bugün pazartesi, boş günüm bugün zorunlu bir saatte kalkmadığım tek sabah. Git belanı başka yerde bu lütfen. Ne olur ben duymuyorum seni, uyuyorum. Uyanmak istemiyorum bu ülkede bir sabaha daha. Ne kadar da inatçısın. Pes vallahi!
Şu süpürge satan amca ise bir güzel döveyim açayım da şu kapıyı. Odur o, kim olacak?
Hasbin Allah. Rahat yok bu garibe… Açayım da kapıyı ne olacaksa olsun.
****
“Yok yok, Oğlan yok Nedret!”
“Merhaba Nimet Abla. Günaydın. Şükür ben de iyiyim. Kim yok? Murat mı?
“Yok!”
“Kim yok?”
“Murat. Bütün gece gelmedi. Telefonuna da ulaşılamıyor.”
“Nereye gittiydi ki?”
“Önce derse gitti dershaneye. Sonra da arkadaşlarla takılırız dediydi. Beş gibi miydi neydi konuştuk, ben yedim gelirim akşama dediydi. Gelmedi de aramadı da… Nedret yardım et. Nadir’e bir ulaş, hadi Nedret…”
“Abla babasını aradın mı?”
“Yok, korktum.”
“Aramak lazım abla. Arkadaşlarını filan aradın mı?”
“Ablam şuraya bir otur hadi. Dur bir bardak su getireyim sana. Nimet Abla sen dün kaçta yattın bir de hele?”
“ Ne bileyim Nedret’im kitap okudum. ‘Tutunamayanlar’ ı oku dedi Murat bana. Sonra biraz da kuran okudum. Murat sınava girecek ya. Ona okudum. Kanaviçemi işledim biraz. İlacımı içtiydim. Uyku yapıyor o bana pek fena. Uyuyakalmışım koltukta. Uyandım beş olmuş sabah. Yediye kadar da bekledim. Sana geldim. Daha da bekleyemedim.”
“Ablam Murat’ın cebine ulaşılıyor mu? Çalıyor mu?”
“Yok, çalmıyor Nedret.”
“Dershane Kızılay’da mıydı?”
“Evet, Nedret. Ne oluyor annem? Senin bir bildiğin mi var?”
“Yok abla bir bildiğim; ne bileceğim? Ben arkadaşlarla biraz takıldım kurs bitince. Sonra eve geldim. Sen içtin mi suyunu?”
****
“Nadir, ablacım. Nimet Abla bende. Dün gece eve gelmemiş Murat. Patlamadan haberi yok Nimet Abla’nın?”
“Nasıl olur abla?”
“Ne demek nasıl olur? Televizyon sevmiyor. Kitap okumuş, el işi yapmış. Uyumuş kalmış koltukta. Murat yok, patlamadan haberi yok kadının”
“Soyadı Emir miydi Abla?”
“Evet Ablacım.”
“Başımız sağ olsun. Haber eden de mi olmamış kadına yahu Abla? Bir yetkili falan ulaşmamış mı?”
“Yok Murat’cım… Ulaşmamış kimse… Bilemiyorum. Uyuyormuş.
*****
Çalı süpürgesi satan o kasketli amca olsaydı kapıyı çalan. Ne güzel olacaktı. Ne diyeceğim ben şimdi? Nasıl söyler insan bir anneye oğlunun dershane çıkışı öldüğünü, bırak ölmeyi biri tarafından bombayla paramparça edildiğini. Ne yapacağım şimdi. O uyuduğu uykuya lanet edecek en başta, sonra sonrası mı var acaba? Olacak mı Nimet abla için sonrası? İnsanın evlattan sonra yaşamı olur mu? Olur, tabi de nasıl olur ki? Midem bulanıyor. Ne diyeceğim ben şimdi? Babasını mı çağırsam? Zaten nefret eder Ali abiden, iyi gelir mi ki o? Biri ya da bir şey iyi gelir mi ki Nimet Abla’ya? Ne yapacağım? Ben mi söyleyeceğim? Zorunda mıyım? Allah’ım neden? Nasıl olur? Şehrin göbeğinde otobüs duraklarında patlama? Neden? Ölümün üzerine kurduğunuz her ne ise mezarınız olsun inşallah… Ölümü kınarken ölüm dilemek… Çürüdük artık. Kokuyoruz çok kötü. Çöpten sızan pis su kadar çirkin kokuyoruz, her yana sindi kokumuz. Ayaklarınız yapışır üzerinde gezinseniz. Duyduğumuz sesler bile kokuşmuş. Bombayı duyuyor musunuz çığlıklara karışmış? Otobüsün acı freni bir nefesin durmadan önce duyduğu son acı ses. Kimi kimlere kırdırıyorsunuz. Bir lise öğrencisinin kot pantolonunda yaşadığı hayatın size ne zararı vardı? Ne diyeceğiz annesine şimdi? Şehit mi oğlun diyeceğiz. Yer mi sizce? Bu söylemi yiyen kaldı mı bu ülkede? Mezar başında şehitler ölmez diyoruz. Ne komik? Birinin mezuniyetini, düğününü izlerken gözü yaşaran anneye de söylemek ister misiniz aynı cümleyi?

****
“Nimet Abla?”
“Ha yavrum. Ne dedi Nadir?”
“Sen dün televizyonu hiç açmamışsın ya, duymamışsın sanırım.”
“Neyi Nedret, duymamışım? Televizyona mı çıkmış Murat?”





13.03.2016 gününün hazin anısına itafen… İsimler kurmacadır.

Resim Ada Ada Alex KATZ

LEHİNE YAŞAMAK

March 30, 2020

LEHİNE YAŞAMAK
Anantnag, Jammu ve Kashmir
Wojtekstark tarafından 01/06/2019
KAYNAK Instagram

Mart ayının 13. günü idi, okullar için iki hafta zorunlu kapatma kararı alındı. Ekran önünde hallice bir şaşkınlıkla ilk söylediğim ilk şey “o kadar ciddi mi?” idi. Bilirim ki bir eğitimci için okulların resmen kapanması çok fazla anlam yüklüdür. Gerildik haliyle. Üzerine riskli gruplar evinde kalacak dendi. O kapandı, bu askıya alındı. Derken 30 Nisan duyuruldu…. Şu anda da akşam ezanı sonra duası ediliyor camilerden. Kurbanlık gibi hissetmiyor değil insan…. Neyse efendim her açıklama yapan bu süreci sabırla anlattığı için bilmeyenimiz yoktur sanırım, tekrara düşmeyelim….. Herkes evde olmaya çalışıyor. Bir de dışarıda çalışmak zorunda olanlar, sağlık çalışanları, kargo çalışanları, işçiler, şoförler, market çalışanları bir çok çalışanımız var … Tam teşekküllü ve sınırlı yasak olmazsa evde kalamayan insanlarımız büyük psikolojik sıkıntı yaşayacaklar benim kanaatim. İki şeyi düşünmek onları perişan edebilir: Virüs kaptım mı ya da yayıyor muyum? Dikkat ediyor muyum yeterince? ve Benim canım ve varlığım neden değerli değil? Evde kalabilme ve önlem alabilme sınıfsal bir ayrıma sebep olmuştur ve bu beni bir insan olarak şiddetli biçimde derinden yaralamıştır. En usturuplu kelimelerle böyle ifade edeyim bu konuyu…. O insanların “alın atınızı ” moduna gelmemesinin tek nedeni yine ekonomik olarak içinde oldukları açmazdır ve sosyal devlet buna çare olmalıdır. Olmak zorundadır….

Evde olmak nasıl gidiyor?

Sıkıntılı değil mi? İş hiç bitmiyor , eksik hiç bitmiyor değil mi? Sürekli bir doldurup boşaltma hali biteviye sürüyor. Yarının büyülü gücü de hiç eksilmiyor. Kafanızdaki her güzel düşünce bugün olmadı da vaktim yarın olur diye rafa kaldırılıyor mu? Hiç adetiniz değilken kendinizi birden akşam falanca kanaldaki slow motion dizilerimizi seyrederken bulmadınız mı daha “Hep aynı bunlar da diye” hayıflanırken?…. Sürekli çay içiyorsunuz değil mi? Arada böyle de yaşıyormuşum diye düşünmeye başladınız mı? Gardırobunuzu açıp bu kadar giysiye gerek yokmuş hep aynı şeyleri giyebiliyor muşum dediniz mi? Demediyseniz, yakındır…. Sadece aile ve aile bildiklerim yetiyormuş. Fazla insana da lüzum yokmuş dediniz mi? Bir sesini duyayım diye sevdiğiniz biri de aradınız mı tamamdır…. Ev programı size başarıyla yüklenmiştir. Artık iflah olmayacaksınız bilin istedim. Evden ayrılmakta zorlananlarımız da olacaktır bu işler sona erince emin olun…. Evde olmaya başladığımda beni hayrete düşüren gerçeklerden biri de her gün ev insanının çıkardığı çöptür. Siz de fark etmişsinizdir. Her gün hayret edilecek kadar çöp çıkarıyoruz. Plastiği, organiği, kağıdı falan derken dünyanın çöpü çıkıyor. Bu da ne kadar fazla bir tüketim potansiyeline sahip olduğumuzun bir sağlaması aslında. Yap, tüket. Çöp at…. Evi insanının bitmek bilmeyen mesaisi. Twitter’da bir Amerikalı kadın karantinaya girdiğimiz ilk günlerde yazmıştı, inanamıyorum herkes üç öğün evde yemek yiyecek, nasıl baş edeceğim diye… Velhasıl evde işler her zaman fazla fazladır. Beklenmedik bir potansiyeli vardır, tam bir doldur boşalt dünyası….. Her gece işleri bugün de bitirdim ama yine çiçekleri sulamayı unuttum diyerek girersiniz yatağa. Hep bir şey eksiktir. Yarını bekler…. Bu aralar umudumuz eksik giriyoruz yatağa. Yarın umudumuz oluyor her gün… Sona erecek diye avutuyoruz ama gerçekten bitince nasıl eski hayatımıza konsantre olacağız. Çin de bir duvar yazısı sorununun eski hayatımız olduğunu ona dönmememiz gerektiğini söylüyordu, sosyal medyada gördüm. Biz miyiz sorun? Yaşamaya alışık olduğumuz hayatlarımız sonucu doğa intikam mı alıyor? Doğa gerçekten o kadar kindar mı? Bizi kucaklayan nehirler, dağlar, manzaralar, atlar, inekler, maymunlar, yarasalar intikam mı almaya mı karar verdiler? Kötülükten intikamı ne var ne yok eleyelim diye almaya karar verdiler? Sanmıyorum ben doğanın üzerimize yürüdüğünü. Ama bir ders verdiği açık. Eve girdik gireli düşünüyorum ders nedir diye ben kendi çapımda….

Bir tıkla her şeye ulaşıp halledip, hemen tüketirken gözle görülmeyen tanımadığımız bir virüs yüzünden distopik roman kahramanları gibi evlere girip kapattık kapıları, balkonlardan şarkılar söylüyoruz. Kapılarımız kapalı, sosyal mesafemiz hazır. Bir enter ile hallederken yaşamı elimiz böğrümüzde kaldık. Mıh sıçtık, evlerdeyiz. Bir çok şeyi düşünüp şükrediyoruz, bir çok şeye de kahrediyoruz. Koca dünya kendini dinliyor resmen. Topluca terapiye girdik gibi hissediyorum. Aslında neyiz, ne değiliz ortaya çıkacak sonucunda bu sürecin sanki. Yapmakta olduğumuz işler, sorumluluklarımız ne kadar önemli bizim için ya da insanlık için? Gerçekten bulunmadık Hint kumaşı mıyız? Biz olmasak da işler yürür mü? Sosyal devlet olmak bu kadar önemli mi? Gemi batıyor mu? Mahalle yanıyor mu? Hadi bakalım saçlarını kimler tarayacak? Herkes gemide mi? Yine mi ben kaptanım gemide? En acısı yaşam da ölüm de bir sayı olmuş…. Bir eksik bir fazla ölüyoruz, öldürüyoruz….

LEHİNE YAŞAMAK
Uruguay Eski Devlet Başkanı Jose Mujica “PEPE”

Dün akşam Netflix’de Pepe isimli belgeseli izledik ailecek. Uruguay eski devlet başkanı Jose Mujica’nın Emir Custurica yönetmenliğindeki belgeseli ki kendisinin ve arkadaşlarının hapishane yılları A Twelve Year Night isimli filmde çok güzel anlatılmıştır. Yazmıştım buralarda kalemim döndüğünce. Belgeselde efsane sosyalist başkan bir kalıp kullanıyor konuşurken: Hayatın lehine yaşamak… Biz bu lehine yaşamak işinde biraz kantarın topuzunu kaçırıp işi hayattan bağımsız kendi lehimize çevirmekle hata yapmış olabiliriz. Her düzeni kendi lehimize kurmaya çalışmak demek ki hayatın, her zaman lehine olmuyor. Önemli olan tek başına insan değil, insanoğlu…. Yaşamın devamlılığını düşünmek ve hesaba katmak zorundayız….. Şöyle devam ediyor Pepe ” Hayatın lehine yatırımlara ihtiyacı var dünyanın. Büyük miktarda tuzlu suyu Sahra’nın ortasına götürmeliyiz. İklimi değiştirmek, tuzlu suyu buharlaştırmak için…. Kuzey Sibirya’dan eriyen kar suyuyla yeni nehirler oluşturmalıyız. Moğolistan ve Asya’nın kurak kesimlerine içme suyu götürmeliyiz. Rocky dağlarından Meksika’nın kuzeyine akan bir nehir oluşturmalıyız. Tüm insanlığın faydasına olacak binlerce proje var. Pataogonya’yı yerleşilebilir kılmalıyız. Atamaca Çölü’nün iklimini değiştirmeliyiz. En kurak çöl, oraya ağaç dikmeliyiz. İnsan bunu yapabilir para biriktirmek yerine….. Bunun için yine hayatın aleyhine değil lehine olmak lazım” Bence budur çözüm: Hayatın lehine yaşamak sadece insanın değil….

Anladığın kadar özgürsün…..

sağlıcakla kalın…. Evde kalın…..

LIFE UNDER CURTAIN

March 20, 2020

LIFE UNDER CURTAIN

Fark etmedik mi? Ciddiye mi almadık? Ne oldu anlamadan okullar kapandı dediler ve karga tulumba evde bulduk kendimizi. Ben gidecek miyim işe? Sen gidecek misin? Evden herkes nasıl çalışsın? Et mi alsak biraz, tuvalet kağıdı,deterjan… Gerek var mı dersin? Dur ben bir mazot alayım falan derken evden çok elzem durumlar haricinde çıkamaz olduk. Gözle bile görülmeyen virüs ile mücadele için, hasta olmamak için, sağlık sektörünün kaldıramayacağı kadar hasta olmasın aynı anda diye evde bulduk kendimizi… Corona bizi eve hapsetti tam tabiriyle. Sanki dışarıda elinde sopayla bekleyen bir yaratık var, evden çıkanın canına ot tıkıyor. Mecbur çıkmak zorunda olanlar bize diş bilerken biz de onlara dua ediyoruz. Eller yıkanıyor durmadan, böyle giderse derimiz iyice hasta olacak…

LIFE UNDER CURTAIN

İngilizce’de evdeyim demek için ‘ I am home.’ denir. Ben evim demektir tam çevirisi. Bu aralar hepimiz eviz. Ben üç sene önce ev olmuştum tam olarak. Çok alışkınım , o yüzden sizin kadar anormal hissetmedim bu ev olma olayında. Evin dipsiz bir kuyu olduğunu, işlerin nedense hiç bitmediğini, her gün sabah biraz daha fazla uyunduğunu, saat iki olmuş hiç bir şey yapmadım bugün kalp sıkıntısını, saat dört gibi pijamaları çıkarsam mı çıkarmasam mı diye düşünmenin acısını bilirim. Yarın yaparım nasıl olsa evdeyim beyhude iyimserliğini de eşofmanlarımızı çıkardığınızda mutlu hissetmeyi de bilirim. Çayı bitirip kahveye geçmeyi, aaaa akşam oldu şaşkınlığını hele iyi bilirim. Hiç yorulmadan nasıl bu kadar yorgun hissedildiğini, hatta nasıl bu kadar fazla aç hissedildiğini iyi bilirim. Kitap okuyamadım gerginliğini de…. İşte olsaydım şu kadar iş bitirmiştim düşüncelerini de… Evde olmayı dört gözle beklerdim ben , nedir bu hissettiklerim kaygısını da … Aynada kendini incelemeyi de bilirim evdeyken. Bıyıklarım çıkmış, alsam mı diyen aynadaki boş gözlere alışkınım…. Alışırsınız…. Ben alışmıştım hatta bir hashtag yapmıştım evde hayat konulu #lifeundercurtain . Sıradan ve sürüden insanoğlunun en çabuk ve kolay yaptığı şey alışmak, dert etmeyin….

Evren, hayvanlar,doğa bizden intikam alıyor. Tüketen, bitiren umursamayan, öldüren, yıkan, yiyen, görmezden gelen, ötekileştiren, anlamayan, empati yapamayan, ayıran, ayrıştıran insandan intikam mı alıyor? Evimize girdik, İtalyan ile empati yapıp, birbirimize bakıyoruz. Ellerimizi yıkamayı dahi yeni öğreniyoruz. Sosyal izalosyan olacak dedik, dedeler nineler evde durmuyor. Biz gördük göreceğimizi deyip çıkıp banklarda insan seyrediyorlardı ki banklar kaldırıldı. Bankada iple bağlı kalemden sonra alınan en absurd önlem ban kalırsa bu. Hastanelerin meşgul edilmemesi gerek diyorsun kadın bebeğinin cinsiyetini öğrenmeye gidiyor hastaneye. Akşam sağlık çalışanlarımızı alkışlıyoruz ama tıbbi maske sağlayamıyoruz. Karantinadan kaçan çeşitler, cami kapısı döven müptezeller hepsi biz evdeyken dışarıdalar. Marketleri boşaltanlar da başka tür bir delilik içindeler. Bir de uyanık tüccarlarımız var indirim yapan ve tüm emeklilerin evden dışarı çıkmasını sağlayan. Geceleri toplaşıp toplaşıp kanallarda konuşan bir avuç konunun uzmanına bir de gece yarısı güncellemeleri eklendi ki değmeyin anksiyetimize…. Daha neler neler…. İçim şişti… Ellerimizi yıkıyoruz, kolonyacılık oynuyoruz. Mis gibi kokuyoruz ama korkuyoruz…

Biz dokunan bir milletiz. Her şey geride kalınca, tbt paylaşımlarının konusu olunca Corona acaba bu özelliğimizi törpüleyecek miyiz? Bilmiyorum. Geçecek mi onu da bilmiyoruz. En yorucusu bu bilmezlik hissi. Yarını bilmemek, tahmin bile edememek. Rutinine devam edememek de en bunaltıcı olanı, yeni rutinler inşa etmeye çalışıyoruz sosyal medyada bile iyi olmak ve iyi etmek adına. Özgürlük de kısıtlanınca milletin canı sıkkın haliyle… Ama bir gerçek var, can sıkıntısı solunum sıkıntısından daha idare edilebilir. Kaybettiklerimiz kadar kazandıklarımızın da olması en büyük dileğim insanlık adına bu iş sona erdiğinde. En kısa zamanda umarım….

LIFE UNDER CURTAIN

İnsan sosyal bir varlıktır. Hayvanlar yalnızlık duymaz bu evrende bir tek. Türlü türlü yol bulduk beraber olmak adına teknoloji sağ olsun. konserden tutun da canlı yayına, telefona, mesaja kadar…. Daha sık mı görüşüyoruz ki acaba? Ama en önemli güdüsü yaşamda kalmaktır insanın ve bu yüzden evde kalarak yaşama şansımızı artırarak ne hedef olalım ne de başkasının kötü kabusu. Ev bir canlıdır, bir organizmadır unutmayın. Ona nasıl bakarsanız size öyle geri döner. Evde kapalı kaldım deyip onu ötekileştirmeyin. Tıkılı kalınmaz evde. Ev koruyup kollayandır. Eviniz kalkanınızdır. Hikayemiz devam ediyor, unutmayın….

Anladığın kadar özgürsün…

https://www.cimeleon.com/wp-admin

Geliyor….

December 30, 2019

Geliyor....

Evet….Eksildi ömrümüzden bir yıl daha, yarın son günümüz. Ona olan şükran duygularımızı yeni gelen arkadaşa da misafirperverliğimizi göstermek için sofralarda buluşacağız yarın akşam…. Ailecek ya da aile bildiklerimizle…. Yalnız olsak da dert değil, ailemiz sırtımızdakiler olabilir, neden olmasın?Pastalarla ağzımızı tatlandırıp, fındık fıstık tadında karşılayacağız 2020’yi….Kadeh seslerine kahkahalarımızı katacağız beklerken….. Anıları deşeceğiz…Kimimiz evde olsak da, kimimiz dışarıda olsak da hastanede, asker ocağında, yolda, hasta başında, cenazede karşılayacak da vardır illa ki yeni yılımızı…. Unutmayalım ki her şey sırayla…. Yaşam bir olma hali ve yenisi eskisi, ölüsü dirisi hepsi senin için orda….2020’de olmasını istediklerim var elbet…. Duacısı olduklarım… 1 ocak sessizliğine aldanmayın sıcacık, gürültülü, her dem güzel anılacak bir yıl olacak 2020….

Üç noktayı koydum kapı çaldı ve içinde benim de nacizane bir öykümün olduğu kitapları getirdi kargocu genç… Heyecanlandım çok, elimde tuttum, açtım baktım şöyle bi…. Tek sayı sayfada öyküm dedim ilk. Benim çok kıymetli bir ilk heyecanım gerçekleşti 2019’da…. Devamı 2020’lere sıcak sıcak, bol bol…. Gelecek yıldan kimsenin hiç bir ukdesinin kalmamasını diliyorum….. Sevgiyle…. 💜🧿🧿💜🧿

Geliyor....
Parasite: Keskin. Net. Çarpıcı

Parasite bir Bond Joon Ho filmi. 2009 yılından Mother, 2013 yılından Snowpiercer ve 2017 senesinden de Okja ile sinemaseverlerin kim bu yönetmen diye araştırdığı Güney Koreli yönetmen. Sert bir film Parasite. Aynı zamanda adı üstünde bir film… İki sınıfın birbirinden beslenerek yaşadığını gözümüze sokarak ilerleyen filmde taraf tutmanız pek mümkün olmuyor. Zengin sınıf da fakir sınıf da kimi zaman mağdur ve haklı gözükebiliyor seyrederken…. Keskin görsel hatlarla ve kalbinizi sıkıştıran ayrıntılarla sınıfsal farkları dantel gibi işlemiş yönetmen ve ekibi diyebilirim….. Film yeraltından başlayıp yer üstüne çıkıyor ama yeraltı hep varlığını sürdürüyor. Komik bulduğunuz, ki kimi zaman oluyor bu, ayrıntılarda öyle ağız dolusu gülemiyorsunuz çünkü komik durumun oluşmasının nedeni trajik…. Sadece dudağınızın kenarında ufak bir gülümseme oluşuyor….

Parasite: Keskin. Net. Çarpıcı

Film boyunca bahsedilen kokuya hepimiz aşinayız. Demek ki bu evrensel bir koku diye düşündüm ben işitince konuşmaları. Kendi hikayenizden o kokuyu duyduğunuz ne kadar an varsa geliyor ufak ufak zihninize. Kim kimin paraziti ola ki? Sorusunu sıklıkla sorduğunuz film görsel olarak keskin anlaşılır, mesajı olan ve kaygı dolu sekanslar kurarak temasını çok güzel besliyor. İki uç noktayı da görünce ikisi için de endişe hissetmemek elde değil gibi duruyor alıcı için. Ve bence filmin başarısı burada yatıyor. Yönetmen biteviye karşılaştırma yapmanızı istiyor çünkü filmin özü karşıtlık: sınıf karşıtlığı , bakış açısı karşıtlığı, gelir karşıtlığı, yaşam şekli karşıtlığı….

Cannes Film Festivalindeki gösteriminden sonra sekiz dakika alkışlanan film beklendiği üzere ödülle döndü. Oscar ödüllerinde de aynı sonucun olabileceği konuşuluyor duymuşsunuzdur. Toplumun iki katmanı üzerinden şahane bir toplum eleştirisi yansıtıyor yönetmen beyaz perdeye. Hayatlarına devam etmek için her türlü üç kağıtçılığı kullanarak olmadıkları insanlar olarak başka bir ailenin içine sızan, ülkenin banliyösünde yaşayan ailemiz, Seul’deki zengin ailenin içine yerleşiyor diyebiliriz. Sefaletlerin ve sakilliklerin her türlüsünü yaşayan fakir ailenin de zenginliklerini sakilliğe çeviren diğer ailenin de içinde bulunduğu durumları da komedi ve korku öğeleri kullanarak işleyen yönetmen gerçekten etkileyici bir iş çıkarıyor ortaya….

WiFi bulabilmek için tuvaletlerinde tuhaf hallere girmek zorunda olan sefil ailemizin zengin aile ve zengin hallere duyduğu ince, hayret dolu kin de oyunculuklar vasıtasıyla bize çok net ulaşıyor. ‘ Zenginler ama yine de iyiler. ‘ diyen karısını ‘ İYİLER ÇÜNKÜ ZENGİNLER’ diye düzelten fakir aile babası karakterimizin plan yapmadan yaşamanın inceliğini, gerekliliğini, en iyi planının plansız olmak olduğunu ve onlar gibi insanların plan yapma lüksü ve seçimi pek olmadığını anlattığı diyaloğu oğluyla da hatırlanasıydı. Kaotik bir atmosfere geçişi yönetmenin birden, alıştırmadan oluyor. Sınıflar arası savaş sınıf içi bir savaşa yol açıyor ve burada gerilim yükseliyor. Şaşkınlığınızı gizleyemiyorsunuz ve bu dakikadan sonra film gerilim filmine evriliyor. Oyuncular da birden gerilim filmi içine düşmüş ama tecrübeli halleriyle sizi şaşırtıyor. Saçma tesadüflerle örülü bir gerilim değil perdedeki, hadi buyur dedirten, afallatan türden…. Ben vefa ve minnet temalı ışık açma olayındaki inceliği de çok kıymetli buldum.

Parasite: Keskin. Net. Çarpıcı

İki sınıf arasındaki ayrışmayı bodrum katlara indiren yönetmen alt sınıf güzellemesi yapmıyor filminde. İçi boşaltılmış bir alt sınıf övgüsü yapmamaya özen gösteren yönetmen hayatta kalma içgüdüsünün ne kadar dişli bir düşman olabileceğinin altını çiziyor filmde. İki sınıfın da hayatta kalma mücadelesi harika metaforlar kullanılarak altını çizmeden çok olağanmış gibi aktarılıyor size….. Sel sahnelerinde ve sel sonrası sekanslarda içinizdeki karmaşa tavan yapıyor. Ama dedim ya empati duygunuzla çok derinden oynuyor film… Üst sınıfa mensup insan topluluğunun da yıkılmaz kalerinin aslında çok da kolay alaşağı edilebildiğini de gözümüze sokarak iki tarafı da çok ince yerlerinden tutarak çekiştiriyor sanki film…

Parasite: Keskin. Net. Çarpıcı

Parasite kişilerden sıyrılırak sistem devam ettikçe parazitler hep yaşayacak diyerek Haneke filmlerine benzer bir doğumgünü sahnesiyle bitiyor bana kalırsa…. Sistem gidenin yerine başkasını koyuyor. Mahkum ve gardiyan değişse de hapishane dağ gibi varlığını sürmüyor….

PUT ON A HAPPY FACE

October 21, 2019

PUT ON A HAPPY FACEJoker…..
Çok güzel bir sinema kurmacası bana göre. Sinemanın tüm elementlerinin yerinde ve kararında kullanıldığı bir başyapıt Todd Philips’in Joker’i… Tabii ki çok fazla emekle ortaya çıkardığına emin olduğum Joaquin Phoenix’ in oyunculuğu için pek bir şey söylemeye gerek yok. Kendisi Arthur Fleck olduğunu iliklerimize kadar hissettirmiştir. Kendi algısından dünyayı, kendisini, hissettiklerini çok efsane bir düzeyde filme yansıtmıştır. Robert De Niro ve Francis Conroy da çok gerçekçi ve idareli bir oyunculuk sergilemişlerdir kanımca….

PUT ON A HAPPY FACEAdını bile bilmediğimiz, yeni nesil için  efsane Heath Ledger ismi ile özdeşleşmiş Joker’in geçmişini de bilmiyorduk. Bizim için sadece şimdiki zamanda vardı Joker. Todd Phillips ve Scott Silver “Joker kimdi?”  sorusunu sorup cevaben yazdıkları kurmaca senaryo ile çok güzel bir sinema başyapıtı çıkarmışlar. İzleyiciyi içine alan, Joker’i anlamaya yönelten bir senaryo üzerinden gidiyor film, bu aşikar….. Belki ilk tercih değildi bilemiyorum, ama ilerledikçe onlar da farkına varmışlardır diye düşünüyorum bu durumu. Kurmacanın kuruluşu bu yönde,  her şeyini kaybetmiş bir şehirde kendini ifade etmeye yeni başlayacak, hayatı, geçmişi, psikolojisi sıkıntılı, hasta  bir insan Arthur….

PUT ON A HAPPY FACEYaşamında taştan kan akıtmaya çalışır hep Arthur. Annesinin hayatının problemli tarafı onun ruhunda onulmaz yaralar açarken hayatına ağlayamadan devam etmeye zorlanması ruhsal büyük dertlerle yaşamak zorunda bırakıyor Arthur’u. Gülmesi de ağlaması da dert olan, hasta, fazlasıyla içe dönük, yalnız, kolay inanan biri aslında Arthur…

PUT ON A HAPPY FACEKaos, acı gerçek, bozuk sistem her zaman kahraman yaratır. İster öyle ister böyle….. “Sıradan bir adamı çıldırtmak için tek gereken şey kötü  bir gündür.” mottosuyla çekilen Joker 1982 yapımı “King of Comedy” ye Robert De Niro ile muhteşem de bir gönderme yapıyor. Filmin sonundaki “acı gülüş” resmi de alıcıyı oldukça fazlasıyla etkiliyor.

PUT ON A HAPPY FACESenaryosunun başrol oyuncusunun ilerleyişine göre ekip ile  birlikte şekillendiğini öğrendiğimiz filmde  bir sekansta – ki hastanede bir sahne – hepimiz Joker’e  “yeter be!!!” deyip kendimizi ondan ayrı tutuyoruz. Belki de onunla iletişimi kopardığımız yer orası….. Duyduğumuz müzikler o kadar yerinde ve etkili seçilmiş ki hayran olmamak elde değil. Orijinal müzik ise Çernobil dizisi ve The Revenant filminden tınısına aşina olduğumuz Hildır Guonadottir’e ait ve bence muazzam bir işi çıkarmış. Makyaj artisti Nicki Ledermann ve ekibi için de övgü dolu sözlerden başka söylenecek pek fazla bir şey yok. Lawrence Sher set, tasarım, kostüm konusunda uzun zaman konuşulacak bir iş çıkarmış elbette..

PUT ON A HAPPY FACE

Final?
Vurucu akılda kalıcı senelerce konuşulacak çok güzel bir finalle biten Joker, “Faşizme kendiniz muhattap olmuyorsanız dikkatinizden kaçar, sakın aklımızdan çıkarmayın. “der gibi bitti.

PUT ON A HAPPY FACE

Oscar alır mı?
Şiddeti övdüğü düşünülürse Akademi tarafından bir Fight Club efsanesinde dönüşür Joker de. Hatta Phoenix’i  bile görmezden gelebilirler. Umarım böyle bir hataya düşmezler. Şu minvalde yazılarla ve açıklamalarla karşılaştım “Herkes böyle durumlar yaşayınca Joker mi oluyor? Tercih bu…. Her zorluk yaşayan şiddete mi başvursun?” Bu bir kurmaca, istismar sinemasının güzel bir örneği bana kalırsa, öykü sahibi bu kadarını, bu tarzda böyle anlatmak istemiş. Sadece bu kadar, sadece bu kadar…..

PUT ON A HAPPY FACE

Margaret Atwood der ki Kör Suikastçi romanında:
“…. Bir bir uçurumun kenarına getirildiğiniz zaman ya düşersiniz ya da havalanıp uçarsınız Ne kadar olasılık dışı görünse bile yakalayabildiğiniz her umuda, basmakalıp bir söz olacak ama karşınıza çıkan her mucizeye yapışırsınız. Demek istediğim her şeye rağmen hayata sarılırsınız. “

Anladığın kadar özgürsün…

Sinemayla kalın….

Once Upon A Time….

September 25, 2019

Dikkat, spoiler içeren bir yazıdır.

Once Upon A Time....Enteresan…..
Evet film hayli enteresan. Gerçi yönetmeni Tarantino olan çoğu film için bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. “Once Upon a Time…. in Hollywood” klasik, enteresan, uzun bir Tarantino filmi. Uzun bulunabilir, evet film fakat oyuncular muhteşem yönetilmiş, ihtiyaç da yok tabii böyle bir yönetime de, oyunculuk şahane tabi ki…. Leonardo DiCaprio, Brad Pitt, Margot Robbie, Emile Hirsch, Margaret Qualley ve Al Pacino…. hani pek ihtiyaç da yok yönetmeye.



Once Upon A Time....Gençliğinden beri büyük bir zevkle ilgilendiği dublör sektöründen giriyor hikayeye Tarantino, bununla birlikte sinemanın belkemiği olduğuna inandığı Western hikayelerini de merkeze oturtuyor. Ayaklar başrolde e her zamankinden fazla bu filmde… Film bir dönem filmi gibi aksa da, aslında bana göre bir saygı duruşu… 1970’lerde evrilen, değişen çiçek çocukluktan çıkan Hollywood’a ve Sharen Tate’e bir saygı duruşu. Amerika’nın en ilginç seri katilinin, elini hiç kana bulamayan Charles Manson’un tarikatındaki genç müptezellerin cinayetlerinin seyrini değiştirerek bana göre bir anma gerçekleştiriyor. Manson’ın villaya gelip müzik yapımcısı Terry’i araması hepsinin beraber yaşadığı dublörün çiftliği ki eski film seti, yaşlı dublörün zapt edilmesi….. Once Upon A Time....Film  gerçek olaylara dayanan bir kurgu aslında… “İyi bir kurgu değil.” fikri çok hakim filmin eleştirilerinde, çünkü hikayeden kopanlar olmuş seyrederken. Ben hiç kopmadım, belki sinema sektörü göndermelerine hakim olmak benim avantajımdı. “Katil kim? ölen” kim? biliyor olmak izlediğin filmi anlamlandırmada bana yardım etti. Çok beğendim, gözünü ayırmadan izledim. Öyle sinema eleştirmenimiz  Ahmet Hakan gibi cep telefonunu falan seyretmedim, sıkıntıdan da patlamadım. Benim Hakan’a tavsiyem aklının ermediği filmlere gitmemeai yönünde, yazık para kolay kazanılmıyor. Hem salonda diğer seyricileri de rahtsız etmek zorunda kalmaz….

Once Upon A Time....Adı üstünde bir masaldı film gerçek olayların sonunu değiştirme huyu vardır Tarantino’nun. Bu masalın sonunu değiştirdiği için teşekkür ediyorum ben ona….. Çılgın gençler üzerinden iç hesaplaşması da şahaneydi…. Ellerine sağlık Tarantino….. 💜

Read the rest of this entry »

Namkör (!) Kız Kardeşler

September 15, 2019

Namkör (!) Kız Kardeşler

Bir film bir araba sahnesi ile başlıyorsa ya da bitiyorsa benim yüzüme nedeni bilinmez bir gülümseme oturuyor görür görmez. Belki de kendim çekseydim bu filmi böyle bir sahne kesinlikle orada olurdu diye düşündüğümdendir. Yola adanmış filmleri oldum olası severim. Emin Alper ‘in Kız Kardeşler filmi aslında bir yol filmi. Uzun bir yolculuğun kahramanlarının hikayesinden bir kesit sunuyor bize yönetmen. En hatırlanası kesiti belki de… Bir Anadolu filmi, evet….. Çıplak bir Anadolu filmi….

Namkör (!) Kız Kardeşler

“Bu köyden gideyim de….”

“Bu köyden gitsinler de…”

“Bizim gibi olmasınlar…” mantığıyla besleme verilerek kasabaya gönderilen üç kız kardeşin bir şekilde köylerine geri dönme yolculuklarına eşlik ediyoruz film boyunca. Yolu vurgulayarak midemizi bulandırıp arka koltuktaki kızımızın yüzünü vurgulayan Alper, bizi hikayeye uzaktan bakan kişler olarak konumlandırıyor. Bir seyirci olarak tetikte tutuyor sürekli… Tüm talihsizliklerine rağmen kendi gerçeklerinin farkında olan kardeşler gayet güçlüler ve ne yaptıklarını hayli farkındalar. Ne istediklerini ve ne istemediklerini de. Bu farkındalık sebebiyle diyalogları ve kavgaları benlik arayışlarını çok takdire şayan bir üslupla dile getiriyor. İki kız kardeşin cinsellikle ilgili sohbeti Türk sinemasının en ince, en naif, en şık, en metoforik sahnelerinden biri kanımca.

Namkör (!) Kız Kardeşler

Tüm Anadolu’nun iletişimde en büyük hastalığı nedir diye sorsak ortak cevabımız “ima etmek” olur sanırım. Filmde tüm gerçekler, hikayenin tüm gerçekleri her daim ima ediliyor. Asla gerçek kişiler tarafından dile getirilmiyor. Her gerçeği de kendi üslubuyla söyleyen damadımız Veysel de zaten köyün delilerinden biri sayılıyor: Meczup…. Veysel’i beyazperdeye taşıyan Kayhan Açıkgöz övgüye değer bir performans sergilemiş ki söylemeden geçemeyeceğim…. Çok beğendim…

Namkör (!) Kız Kardeşler

Masalsı bir Anadolu çizen Kız Kardeşler üzücü ve şok edici gelişmeye götüren yolun taşlarını film boyunca ince ince ördü aslında. Odun, ateş, çamaşır…. Yine de o çığlık içimize oturmadı desek yalan söylemiş oluruz. Daha sonrasında Alper tabiri caizse olayı hiç ağdalamadan geçti. Tarifi yok demenin çok şahane bir yoluydu bence….

Ben kişisel olarak ücra bir köyde üç kız kardeşin taciz ve tecavüz gibi olayların nesnesi olmadan resmedilmesinden çok etkilendim. Kişisel kodlarımda bulun yüklü olduğunu her an birileri özellikle hakkında bir şey bilmediğimiz birileri bu durumlara yol açacak düşüncesiyle teyakkuzda seyrettiğimi idrak edince anladım ve çok üzüldüm açıkcası….

Anadolu ‘nun bitmeyen hikayesi tıpkı filmin sonundaki başlayamayan masal misali bugün hala sürüyor. “O da bir insan nihayetinde.” Cümlesinin altını kalın kalın çizdiği kibrin boğduğu cahil naçar insanların hikayesi….

Artvin’in doğasının da iyi bir başrol oyuncusu olduğu Kız Kardeşler filmi Sarajevo Film Festivali’nden en iyi yönetmen ödülü ile dönmüştür. Giorgos ve Nikos Papaioannou müzikleriyle şahane bir atmosfer yaratırken sanat yönetmenleri Emre Erkmen ve Osman Cankırılı’nın kıymetli katkıları filmi daha da güzel bir yere taşımıştır….

Ellerinize sağlık….

Seyredin derim ben naçizane…..

Sinemayla kalın….

Anladığın kadar özgürsün….

WELCOME HOME

July 13, 2019

WELCOME HOME

Amazon Prime’da içgüdüsel olarak oynatmaya başladığım, farklı bir lezzeti var diyerek devam ettiğim estetik bir yönetmen harikası kanımca bu dizi: Homecoming……

Seyrederken aslında uzun metrajlı 90’lar gerilim filmi seyreder gibi hissetseniz de her sekansta falanca yönetmeni, yönetmenin şu filmini, filan sahnesini hatırlamanız bu estetiğin perdeye çok muazzam yansımasından olsa gerek hiç şüphesiz….

WELCOME HOME

Bizim neslin sevgilisi Julia Roberts’ı başrolde bir dizide görmek değişik bir tecrübe tabii ki… Yaşlılık gelmiş Julia’ya hem de pek hoş gelmiş. Bu arada yönetmenlik koltuğunda aykırı ismimiz Sam Esmail’i görünce zaten anlıyorsunuz neler döndüğünü. Dizi çok tanıdık bir müzikle ilk elden gönlünüze girerek başlıyor ve hissediyorsunuz “sizden”, çok tanıdık bir hikaye başlıyor. Dizideki sahne düzeni ve renkler çekimler o kadar ince zihinlerden çıkmış ki eliniz durduramıyor diziyi. “30 dakikalık drama dizisi nasıl olacak?” diye düşünürken her dizinin sonunda aslında dizinin sizi şoka sokan sokacak bir düğümü olmadığını, akıp giden hayattan bir farkı olmadığını, o hayatın da dizi bitse de devam ettiğini , hiç durmadığını ve size de sadece seyirci olduğunuzu anımsatıp durduğunu anlıyorsunuz….

Dizide Orson Welles, Brain DePalma, Martin Scorsese ,Stanley Kubric ve çok lezzetli bir Alfred Hitchcock geliyor sürekli zihnimize. Karakterler tıpkı saydığım yönetmenlerin karakterleri gibi sessiz ama görüntülü, konuşuyor ama anlatmıyor, anlatıyor ama konuşmuyor….

WELCOME HOME

Thompson Carrasco karakteri o kadar yerinde ve isabetli çizilmiş ve ekrana Shea Whigham tarafından o kadar iyi yansıtılmış ki kendini işine adamış devlet memurunun bir işe yarayıp tatmin olma isteğini çok derinlerinizde hissediyorsunuz. Aslında aynı tarafta birer oyuncu olduklarını anladıklarında karakterlerin basit hikaye kafanızda yerli yerine oturuyor.

WELCOME HOME

Mizah Bloombeg ve Eli Horowitz’in Aynı isimli podcast’lerinden dizi olarak perdeye yansıdığı gerçeği de diziyi yaratıcılık açısından başka bir yere taşıyor elbette. Hayatın tekdüzeliğini içimize işleyen çekimleri, üçüncü şahıs olarak sadece seyrettiğimizi yüzümüze vuran geniş açı çekimleri, olayı anlamamızı hızlandıran ekonomik çekimler ve kurgusu, durağan izlenimi bırakan uzun sekansları ve iki zamana ait keskin görüşleriyle benim son zamanlarda seyrettiğim en lezzetli televizyon serilerinden biriydi diyebilirim. Müzik konusunda kulağımıza aşina melodileri duymanın beni çok hoş bir yerden yakaladığını itiraf ederken sezon sonunda Esmail’in yaptığı ekran büyütme oyununda çok beğendiğimi itiraf edeyim. Detay veremiyorum spoiler olmasın diye ama bana göre seyirciyi başrol oyuncusu ve hikayesiyle bütünleştirdiği yegane yer olarak algıladım ben ince ekran oyununu….

WELCOME HOME

WELCOME HOME

Aydınlık bir gerilim çektiği için Esmail’e özel teşekkürler….

Anladığın kadar özgürsün……

Follow by Email
Pinterest
Pinterest
fb-share-icon
Instagram