ŞEYTAN TIRNAĞI

December 13, 2012

ŞEYTAN   TIRNAĞIBazen kanaması gerek. Oynayıp durmanın alemi yok. Saçma bir acı verir mütemadiyen. Parmağınızda kalkan ufak deri parçası gibi, sürekli eliniz gider. Oynar durursunuz. Hep yapmamanız gerektiğini bilerek gider parmağınız. Acır,  ama tatlı bir acıdır bu…. Dayanılmayacak gibi falan değildir. Hatta o acıyı hissediyor olmak da sadistik bir haz verir insana… Parmağnızla ne yağtığınızı gören herkes, hemen aynı illet tepkiyi verir:  ” Oynama!!!!! Şeytan tırnağı onlar, oynama….”  Evet onların adı şeytan tırnağı. Bizim oralarda da öyle derler. Eeee, o zaman ne işi var bende?

Hepimizde şeytan var. Az ya da çok…. İşte o da orada, tırnaklarını çıkartıp kendini belli ediyor.  ” Ben burdayım. Senin şeytanınım, beni görmezden gelmek işe yaramaz hemen parmağında, elinin altındayım. Tırnağımı çıkardım sen de oynuyorsun.  Saçma bir zevk alıyorsun değil mi?  ”  Bazen kendi kopar bu şeytan tırnağı kimi zaman da müdahaleyle kopartırsınız. Kanaması gerekir. Bence şarrtır kanaması hatta…  Kanama durunca serin bir ferahlık duygusu kaplar içini. Temizlemek şarttır bölgeyi. Temizlenince hele bir soğukluk duygusu kaplar bünyeyi, sanki hiç şeytan tırnağı olmamış da sen de hiç kanatmamışsın gibidir. Derken biraz ısınır bölge, yanar, tekrar temizleme ihtiyacı duyarsın ardından gelen o ferahlık hissini yeniden yaşayabilmek adına. Bunu bir, iki tekrar edersin. Ama bırakmak zorundasındır; açık yaradır sonuçta mikrop falan kapar mazallah…. En son bir dezenfektan sürersin mikrop kapmasın diye….  Genelde kolonyadır bu;       % 80 alkol….

Evet bünyeyi alkolle de yıkadıktan sonra yara artık iyileşme sürecine girmiştir; girmelidir de. Eğer tekrar yolmazsanız tabi ki… Yine, yeniden oynamaya başlarsanız ve pek tabi kabuğunu kaldırırsanız yaranın tekrar aynı durumlar yaşanır, tek farkla: Bu kez yara yüzeyi genişler. Aynı süreç tekrarlanır; aynı acı, aynı kan,aynı ferahlık ve daha çok alkol… Derken yarayla aranızda sonu gelmeyen bir kısır döngü başlar. Alışkanlık edinmişsinizdir; yara büyür de büyür. Hissedilen acı, çıkan cerahat ve kan da artar tabi alkol oranı da….

ŞEYTAN   TIRNAĞIBu yüzdendir şeytan  tırnakları insanlar tarafından gözlenen ve oynama sakın edasıyla  sıklıkla uyarı konusu olan bir mevzudur. Sizin onunla bilinçsizce oynadığınızı gören her adem oğlu uyarır sizi. Her seferinde o kabuğu kaldırıp tekrar başa dönme riskini alır insan oğlu çünkü sever o ince acıyı içten içe…. Ne pahasına olursa olsun kabuğu aralar ve çeşitli bahaneler bulur ve tedaviler uygular yaraya…. Bütünleşir yarasıyla hem hep şikayetçidir hem de hep kanatana kadar oynar…..

Oyna, istediğin kadar oyna; senin onlar;  aslında gerçekte sensin onlar…

 

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN…..

 

 

Read the rest of this entry »

ÖMRÜM

May 24, 2012

Zakkum Anason   (Okurken dinlemeyi ihmal etmeyin……)

Aslında gerçek bir mucizeyiz hepimiz.

Ufak mı ufak ama müthiş çalışan bir mekanizmanın ürünüyüz. Doğru zamanda doğru yerde bulunan yumurta ve spermin birleşmesi sonucu kaderde buluşan biz insancıklar. Bu mucizeden sonra anne rahminde başlayan amansız mücadele kah iyi kah kötü, kimi zaman   gülerek kimi zaman ağlayarak, bazen durmaksızın bazen ite kaka bir yaşama dönüşüyor. Şanslıysanız olur adı ”ömür”…. Ömrüm diye anabiliyorsanız arkada bıraktığınız günleri ben derim ki şanslılardansınız. Eğer arkanıza bakıp şöyle bir duraksayıp kaşlarınızı çatıyorsanız vardır bir aksilik herkesin bilipdurduğu; boğazınız düğümleniyorsa vardır bir eksiklik kimsenin hatta senin bile bilmediğin….

ÖMRÜMÖmür başlar bir yerde de belki de önemli olan nasıl sona erdiği, vezir gibi geldiğin dünyayı kral gibi mi terk ediyorsun yoksa…. Söz etmeyelim öyle kötü ayrılışlardan canımız sıkılmasın….. Ama bebeklik, çocukluk, gençlik, yetişkinlik ve yaşlılık dediğimiz basamakları var ya bu hayatın; işte bunlardan en önemlisi ve en çok konuşulanı belki de yaşlılıktır; belki biraz da uzun o yüzden….. Nasıl anlıyoruz bir insanın yaşlanmaya başladığını, hiç düşündünüz mü? Yok öyle fiziksel emarelerden bahsetmiyorum, onlar bariz zaten bana kalırsa o tür işaretler değil insana yaşlandığını hatırlatan ve belleten özellikler….

Çok tipik özellikler var; yaşlandığınızı veyahut yaşlanmaya başlamak üzere olduğunuzu anlayabileceğiniz. İlk olarak matematiksel melekeler bozuluyor yaşlılık gelen insanda. Genelde ilk bozulma toplama işleminde başlıyor, benim iki senedir 39 ile ikiyi toplayamayan dostlarım var. Sonraki ısrar ise nostaljik konuşmalar yapmaya başlamak oluyor: Bizim zamanımızda…….. diye başlayan cümleler kurmaya başlıyorsunuz; devamı da genelde internet mi vardı, face mi vardı, televizyonda bu kadar kanal mı vardı gibi mevzularda uzayıp gidiyor…. Ha tabi bir de bayramlar var takıntı halinde, eski bayramlarda annelerin verdiği mendiller, babaların verdiği harçlıklar ise sohbet konunuz bilin ki yaş başlamış yaşlanmaya…. Sonra tabi ki oraya buraya düşen aklar…. Olgunluk ve tecrübe işareti aklar, az veya çok var her genç yaşlıda…. Ya da yok…. Toptan terk ediyor seni kılın tüyün….

Akşam dizi seyretmeye başlıyorsun çayını yudumlarken ve o çok kınadığın annen gibi uyuyorsun televizyon karşısında. Mutfağa girip hiç sebep yokken kek, börek falan yapıyorsun, ertesi sabah kahvaltıda ne yiyeceğiz, akşama ne yiyeceğiz diye düşünüyorsun. Türkü dinliyorsun ve herkese göre değişir tabi de bazı türkülerde hep aklına birisi ya da falan yerde filan kişiyle paylaştığın bir anın geliyor… Misafir…. Evet daha çok misafir ağırlıyorsun…. İçki masanı artık kendin kuruyorsun, içmek için artık arkadaşa ihtiyacın yok tek de takılabiliyorsun. Aslında tek değilsin hiç bir zaman, var yanında, aklında birileri……

Her Allah’ın günü aşagı yukarı aynı şeyleri yapıyorsun…. Buna da  hayatın rutini adını vermişsin ve bu rutin bozulduğunda tedirgin olup karmakarışık hale geliyorsun.  Artık çantanda ilaçlar taşıyorsun ya da iş  yerindeki çekmecede ilaçların; ama herkesin var kutsal ilaçları… Bir de bu ilaçları başkalarına tavsiye etmek en önemli yaşlılık belirtisi:  Tecrübeni paylaşıyorsun…. Doktora gidiyorsun hem de hastalanmadan; hastalanınca eczaneye gider yaşlılar….

ÖMRÜMBelki de kafana her şeyin dank etmesi mezara gidince oluyor. Oraya sıklıkla gittiğini, bayramlarda daha az el öptüğünü ve hiç bir şeyin gerçekten eskisi gibi olmadığını  anlıyorsun ki  gerçekten yaşlanıyorsun.  Orada tanıdıklar artınca her şeyin değiştiğini ve sürekli değişeceğini;  bu süreci istesen de istemesen de tamamlaman gerektiğini anlıyorsun. İşte O an….. O an dönüp baktığın, ne bıraktığını ve nasıl bir ömre sahip olduğunu kontrol ettiğin an o an…. Gördüğün resimden mutluysan ne mutlu sana…. O senin ömrün günahıyla sevabıyla senin…. Yaşamını ömre  çevirebildiysen  ne mutlu sana…..

 

Bu bir oyun…. Yaşam bir oyun…. Senin tarafından yönetilen baş rolünde senin olduğun acı tatlı büyük ama kısa bir oyun…. Başladığında bu yolculuğa ağzında dişin yok, çişin çok ama eğitimin yok, aklın çok yerinde yok; işte perde kapanırken oluyorsun tekrar bebek….Ama sevimsiz…. Artık kimse sana agucuk veyahut tel sarar yapmıyor…. Yaşamak güzel şey, olgunlaşmak, anlamak hayatı ya da anladığını sanmak, kendini tanımak, yaşlanmak güzel şey……

Kırışıklıklarım var benim çok anlam yüklü,

gözlerimde perde var benim temkinli,

dilimde sözüm var benim yaşlı ve tecrübeli,

kalbimin kırıklıkları var benim keskin,

bekleyen gözyaşlarım var benim berrak,

heveslerim var benim olgun,

deliliklerim var benim kahkaha yüklü,

sevenim var sevmeyenim var benim kim bilir gizli,

mutsuzluklarım var benim saklı,

mutluluklarım var benim yaşlı,

keşkelerim var benim haklı……

 

HEPİMİZE MUTLU YAŞLILIKLAR DİLİYORUM…..

 

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN…..

 

 

AŞKIN HALLERİ

February 14, 2012

AŞKIN HALLERİ Klasik ama kesin cevabı olmayan soruyla başlayayım yazıma dedim:  AŞK NEDİR?

          Dünyada ne kadar Adem oğlu varsa belki de bu sorunun o kadar cevabı vardır. Aslında bana kalırsa kimsenin tanımı net ve kesin değildir. Neden mi? Çünkü her birey tanımına tecrübesini ekler. Onun bildiği aşk odur, kendi aşkı…. Tabi önce aşk var mıdır diye başlarsak sohbete mevzu alabildiğince uzar. Evet bana kalırsa Aşk vardır. Güzel ve tatlı bir duygudur aslen ama acımasızdır. Çok kendini bilmez aşk; bu yüzden de tutarsızdır. Gözü karadır; hatta görmediğini iddia edenler bile mevcuttur. Her daim de zıtlıkları, olmazları, uymazları bir araya getirir. Adete oyun oynar aşıkla; hadi bakalım der: Ne o sana; ne sen ona uyuyorsun. Göster kendini de aşkını ilişkiye çevir ve ondan da önemlisi idame ettir.  Evrenin en kompleks oyunudur bu; işin tuhafı her birey tek başına kendi oyununu oynar ve marifet iki oyun oynayan iki kişinin birinin yenildiğini anlamadan oyunu tek kişilik oyuna çevirmesidir. Yani AŞK olmazı oldurtabilmektir; yontabilmektir kendini de onu da yonttuğunu sezdirmeden ve yontulduğuna aldırmadan. İşte benim AŞK tarifim bundan ibaret…. Otuz altı senede bu kadarını becerebildim….

      AŞKIN HALLERİ Hani maddenin üç hali var ya bence aşkın da halleri var. İlk hali aşkın ”ALEV”. Alev halinde her yer, bütün dünya aşk gibi gözükür insana ve sanırsın ki hayatında ondan gayrısı yalan. Hani dünya bir yana o bir yana hali var ya….. İşte tam da bu hali anlatan anlamlı bir sözdür bu atalardan yadigar. Her yan ; her yer; herkes alev gibidir. Her göz o gibi bakar, her mısra onu hatırlatır, her şarkı onu söyler. Her gece onla yatar her sabah onla kalkarsınız. Bu böyle bir süre; kişiye göre değişen sürelerde devam eder. Bu süre, aşka neler kattığınıza göre uzar veyahut kısalır.

    Aşkın ikinci hali BUZ halidir. Aşk donar…. Bilmem ondan bilmem bundan aşk donar; kimi zamanda hayatın ta kendisidir sebep bu donmaya. Hayatın rutin akışı içinde aşkı dondurursun kim bilir…. Bekler aşk, rafa kaldırılır. Bekler orada uzun süre ”Acaba çözülür müyüm?” diye…..  Bir ara indirilir raftan;üzerine saç kurutma makinesi tutulmuş ıslak çamaşır misali acilen çözülmesi gerekir. Hayat işte;  başlı başına traji komik….  Bazen becerebilir bu çözülmeyi aşıklar. Ama bazen…. Kısa bir süre buzu çözülmüş aşkla idare eder aşıklar ve bir müddet işe yarar bu; tabi ki tekrar dondurulma hakkı her zaman bakidir. Bu gerçeği iki taraf da gayet iyi bilir….

      AŞKIN HALLERİAşkın üçüncü halidir TUZ. Aşırısı zarar verir; çok az alınırsa da bünyeye kramptan tutun da falanca eksikliğine bağlı filanca hastalığa kadar problemler yaratır. Tuzsuz olmaz, yemeğin de salatanın da turşunun da tadıdır tuz. Olmaz onsuz; ama fazlası hasta eder adamı, kanser bile eder. En basitinden zamanlı zamansız susatır seni. Kararında olacak, tuz da tuzu atan da…..

     Dördüncü hali var mı aşkın demeyin. Olmaz mı hiç; zaten bu hali olmadan aşk aşk olamaz. Öncelikle en uzun halidir aşkın ve en meşakkatli…. Aşkın dördüncü hali: SUS hali…. Onu dedin olmadı bunu dedin olmadı. Artık SUS. Öyle anlatamadın böyle anlatamadın; O ZAMAN SUS…. İstedin olmadı; fedakarlık yaptın olmadı; kavga ettin olmadı; hastalandın olmadı; öyle olmadı böyle olmadı…. İşte kalp anlayınca bunu; susar….. Ne kadar mı susar? Değişir…. Münferit bir olay aşk; işte bu yüzden susan aşık tekrar alevlenir mi ? Bu sadece ve sadece ona bağlı…. Ama susarak da aşk devam ettirilir…. İnanın bana….  Susmaktır bazen devam etmesini sağlayan; dillenen her gerçek sevimli midir, arzu edilen midir? İşte aşk susacak anı bildiği için susar belki de….

     AŞKIN HALLERİBu münferit olay aşk bu dört evreyi biteviye bir kısır döngü mantığı içinde yineler durur. Bence onu güzel ve vazgeçilmez kılan da bu bitmek bilmeyen kısır döngüsüdür. Evet yorucu biliyorum…. Ama kimse bize kolay olduğunu söylememişti zaten…. Tanımını bile yapan çıkmamıştı. Haksız mıyım? Alevli, buzlu, tuzlu kimi zaman  ” SUS” lu olsun ama olsun be AŞK…. Zor ama güzel şey aşk….

     AŞKLA KALIN……

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN…..

 

 

USELESS

February 12, 2012

There may be walls in everybody’s mind.

Mind is a wonderfull world that you  weren’t aware of that it works continuously. It goes on, goes on…

And sometimes it creates a different wall in itself.

This new wall is  stronger  than the previous one.

By the way, if you enconter the wall the second you must be very carefull.

Unless you come across you are happy.

If you try to destroy the second one, you have to destroy the first one.

If you don’t, you will have lots of walls and you hit one by one usually.

Whenever  you hit a wall, you will be unconscious.

Frankly, whether a person is unconcious he/ she  is USELESS……

 

 

YOU ARE FREE WHEN YOU  UNDERSTAND…

ÜÇ NOKTA

January 29, 2012

      ÜÇ NOKTA  İnsanların pili var mı acaba?

İnsanları bilmem ama benim pilim varmış; ve de bitmiş….. Heyt be hakikaten pilim bitmiş. Yaklaşık on gündür tatildeyim ama bir türlü şarj edemedim şu pili. Sevdiğim bütün şeyleri üst üste yaptım. Filmler seyrettim kahve içerek, kitap okudum, geç yattım, evin işini salıverdim, bakmadım hiç bir şeye ama mutlu olmadım. Olamadım…. Üstümü değiştirmiyorum, gerekirse tuvalete gidiyorum, sadece temel ihtiyaçlarımı karşılamak için yemek yiyorum. Hatta yemek yemenin zevkini unutmuşum çok yeyip midemin ağrımasına sebep oluyorum. Evde kendimi misafir gibi hissediyorum, bu akşam Barış yemek hazırladı, gayet başarılıydı. Ama çok yemişim, fazla oldu….

ÜÇ NOKTAÜzerimde yeşil hırkam var Mecnun misali; o hırkayı depresyon hırkası ilan ettim bu gün itibariyle; hani ”Leyla ile Mecnun” dizisinde Mecnun da var ya depresyon hırkası…. Bir de dede bulabilirsem kendime tamamlayacağım depresyon resmini pek güzel…. Asasını sallaya sallaya bana hayatın gerçeklerinden bahsedecek şöyle ağdalı ağdalı   ”Herkesin kimseye göstermediği bir yarası vardır!!!!!!”   diye ve içimi rahatlatacak…herkesin bir yara izi vardır ( Leyla İle Mecnun)

Bir de duydum ki depresyon bir şeylerden vazgeçince ortaya çıkarmış. Ben neyden ya da nelerden vazgeçtim acaba….. Bilmiyorum; inanaın nelerden vazgeçtiğimi falan bilmiyorum. Bilmek falan da istemiyorum tek bildiğim şu aralar heves etmekten vazgeçtiğim. Evet depresyonun tanımı bu bence en azından benim kendime göre tanımım var : HEVES ETMEYE BİLE HEVESİM YOK….

Bununla birlikte sürekli düşündüğümü farkettim; evet ha babam düşününüyorum…. Neyi mi?  Yapmam gerekenleri, ama yapmak istemediklerimi; sürekli plan halinde kafam :  Şunu bitir, şunu topla, şunu düzenle, şunu getir…… Bu da beni inanamayacağınız kadar rahatsız ediyor. Sanki kafamda benden izinsiz konuşan bir öğrenci var; söz almadan sürekli konuşuyor….. Neyse işte Hacı; hal böyleyken böyle….. Benim depresyonum da böyle….  Bir sabah kalkacağım ve hiç bir şeyim kalmamış olacak biliyorum; nasıl mı biliyorum? Aslında bilmiyorum sadece umuyorum…. Umduğum sürece de bu bünyenin bunu başaracağını biliyorum…. Çünkü hala film seyredebiliyorum; onu yapabildiğim sürece bir sorun yok gibi geliyor bana bir de yazabiliyorum…. Kelimelerle ve görüntülerle bağımı daha koparmadım…. Bu iyiye işaret herhalde…. Ama isterdim İsmail Abi gibi bir karakter yanımda hayal de olsa….. O zaman hayal edelim; hayallerde özgürüz sonuna kadar…. ÜÇ NOKTA

 

DEPRESYON DA NEYMİŞ….

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….

 

 

DUVAR

October 18, 2011

Bir kız gördüm düşümde,

Beyaz, sarı

Bir yanı gri

Nedendir bilinmez

Kırık bir yanı

Sordum nedir derdin?

Dedi derdim yok,

Duvarlar çok.

Dedim yık duvarları

Dedi kolay değil….

Sordum nedendir diye

Dedi dert duvar değil yıkılır,

EEEE,  dedim….

Ola ki ben yıkılırsammmmm…………….

Ne kıymeti kalır?

MELİKE PEHLİVAN İŞLER

ŞEYTAN AZAPTA GEREK

October 15, 2011

     Onlardan bir tane her evde vardır. Hayatı anlaşılmaz kılmak,  zorlaştırmak, doluyu boşaltmanı sağlamak, afallatmak, anlamıyorum ne yapmam gerekiyor dedirtmek onların en temel görevlerindendir. Hep taraf tutarlar aynı zamanda hep senin iyiliğin için söylemekte ve didinmektedirler. Haklı olmadıkları anlarda bile en haklı onlardır. Ona duyduğun kayıtsız sevgi sayesinde elinde tuttuğu ”ANNE KARTI” kozunu biraz da senin izninle oynamaya başlar. Seni hep bir yöne doğru çekerler, oraya varmanı sağlarlar ve bingo!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! Varmanı istediği yere ayak bastığın andır onun o muhteşem,  gergin  ve başarılı yüzünü gördüğün an; ama iş işten geçmiştir. Seni istediği kulak memesi kıvamına getirip kendine gelmen için üstüne temiz bir bez örtüp sıcak bir yere bırakmıştır çoktan….. Ne yaparsan yap artık mayalı hamursun ve senden istediğini yapacak  bu gülerken ıssırabilen pasif agresif şahsiyet….

     ŞEYTAN AZAPTA GEREKGenelde annelerdir en çok muhattap olunan pasif agresif   kişilikler ya da anlık tutumlar. Anne tam anlamıyla pasif agresif olmasa da kimi zaman tutumları böyle olabilir. Kararını oluşturmakta çok etkili olan ama bunu asla kabul etmeyen;  sıkışınca topu sana atıp yalnız bırakan;  eğer bir kardeş varsa sürekli onu oyuna süren;  seni onunla kıyaslayan;  birini küçümseyip itin şeyine sokarken diğerini yüceltip kardeşlerin birbirinden inceden nefret etmesini sağlayan pasif agresif anneler…… Gülerken ıssırırlar….. Ne güldüğüne tam olarak ikna olursunuz ne de ıssırdığına…. 

     Belki de hepimizin annesi sürekli olmasa da pasif agresiftir. Arkanıza yaslanın ve bir düşünün….. Hiç sizin önemli bir kararınızda sizi alttan alttan ince ince işleyip de işler karmaşıklaşınca   ” Karar senin, sonuçlarına katlanacaksın!!!!!!!!!!!!!!!!!!!” diye hala beyninizde yankılanan o garip sonuç cümlesiyle kendinizi keriz gibi hissetmenize sebep olmamış mıdır?….. Söylerler, söylerler, söylerler….. Mütemadiyen eğer söylediği yapılmazsa başına, ama senin başına, gelebilecekleri ve bu ”menfur(?)” olaylar yüzünden diğer aile fertlerinin içine düşecekleri olumsuz; olabilecek ya da olması mümkün olmayan ne kadar gereksiz ön görü varsa bir bir tepsi ile önüne gelir….. Artık karar vereceksin ya da bitmeyen telefonlara, sonu başı hep aynı olan konuşmalara katlanmayı sürdüreceksin ki bu mümkün değildir…. Bu savaşı hep pasif agresif anneler kazanır. Savaş onlar için çok kutsaldır. Kazanmaları şarttır ve mutlaka kazanırlar; kaybetmek gibi bir alternatifleri yoktur. 

 Hep kullandıkları klişeler vardır bu işkenceyi yaparken. ŞEYTAN AZAPTA GEREK

Sen büyüksün, o senin kardeşin.

    Bir tek kendini düşünemezsin.

    Ağzımızın tadı bozulmasın.

    Geleceğini düşün.

    Bunun için mi okudun.

    Emeklerime yazık.

    Baban sağ olaydı…..

   O senin ablan.

   Ağzından çıkanlara dikkat et.

   Hiç mi beni düşünmüyorsun.

   Tansiyonum çıktı senin yüzünden.

    Ablan böyle yapmazdı…….    v.s., v.s. , v.s……..

           Bütün pasif agresif dişiler  kolay hasta olurlar. Ne kadar hastalığı ya da potansiyel hastalığı varsa ortaya çıkar ikna sürecinde. Bayılırlar, ayılırlar, tansiyonları çıkar  çıkmazsa kesin düşer, şekerleri yükselir, nefesleri daralır. Hatta kimi zaman bu işkenceye acil yolların da dahi devam edilir. Başarıya giden her yol mübahtır. Unutmayın  en geçerli kadın düsturudur bu. Hepsinin yastığının altında saklıdır bu cümle…. Son hamle de gözyaşıdır. Nietche’nin dediği gibi en iyi silah, gözyaşı oyuna birinci perdenin sonunda dahil olur….

ŞEYTAN AZAPTA GEREKŞeytan azapta gerek…. Yalnız kazandıkları an birden yüz seksen derece dönerler ve bütün sorumluluğun senin olduğunu hissettirirler. Öyle cascavlak, çıplacık bırakırlar seni. Bakakalırsın şeytanın ardından…. Bir de bu oyunun ikinci ve son perdesi var…. Velev ki işler yolunda gitmedi. İşte o zaman …… Yalnızsın hem de yapayalnız…. Sen ne yaptıysan kendin yaptın; bunda kimsenin hele annenin hiç bir dahli yok….. Sakın onu şuçlamaya kalma; dünyanın en acı sözüyle yıkılırsın:  ”Sen kendin yaptın; yapmasaydın…. Bütün bu başımıza gelenler senin yüzünden… İyi düşünmeliydin…… Ama ben de senin kadar üzgünüm…. 

      Yalan…… Ama kuyruklu…. Kimse senin kadar üzgün olamaz…. Hem elde var sıfır; hem de işkence gördün. Pasif agresif anne işkencesi…. İspatlanamaz tek ağır suç… Faili bile belli ama imkansız ispat etmen….. Her şey bitti…. Bir dahakine kadar rahatsın diyebilirim sadece…. Yalnız eğer erkeksen durum biraz değişir….. Annenleyken annenin yaptığı pasif agresif işkeceye sevginleyken sevgilinden, evliyken de karından görmeye devam edeceksin….. Hep aynı savunmayı kullanırlar ha unutma:  ” Ben ne yaptım, ne yaptıysan sen yaptın; yapmasaydın!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! ” 

      ANLAdığın kadar ÖZGÜRSÜN…….

SİYAH ÖNLÜK

October 14, 2011

SİYAH ÖNLÜK Biz hayata siyah başladık. Daha yedi yaşındaydık silahları kuşanır gibi siyahları kuşandığımızda…. Küçücük eller kalem tuttu, kitap tuttu, yazdı, çizdi ama simsiyah. Tahtalar yeşil, tebeşşirler beyaz, duvarlar bile alacalı ama biz simsiyah. Bir yakamız vardı beyaz o karanlık içinde. Kimimizin düğmeleri bile simsiyahtı. Biz böyle büyüdük. Kimbilir belki de o yüzden hemen seçeriz en beyaz içindeki siyahı…. Hiç inanamayız her şeyin ve herkesin en azından bir an dahi beyaz olabileceğine. Hep ararız vardır bir bit yeniği ; buluruz da;  hiç şaşmaz. Kimbilir belki de aradığımızdan buluruz. Bunu kimse bilmez, aradığımızdan mı buluruz yoksa var mıdır zaten?

Hayatın en karmaşık sorusu bu sanırım. Biz mi çağırıyoruz yaşamımıza karmaşayı, yoksa karmaşa kaderimiz mi? Var da kaderimizi mi yaşıyoruz yoksa hepimizde bir gele gel mi var toplumca?  Ben inanıyorum yeni nesiller bizim kadar karamsar olmayacak çünkü onlar önce mavi başladılar hayata sonra da çok değişik renklere büründüler…. Onlar görecek, görebilecek hayatın renklerini çünkü siyahı öteledi onlar. Bizimse öyle gözümüze soktular ki iyi giden ve uzun uzadıya iyi giden herşey bizi telaşlandırdı ve korkuttu. Gün boyu çok fazla güldüğümüzü düşündüğümüz zamanlarda – çok gülmek ne demektir bu arada?-  ‘Hayrolsun, çok güldük ağlamayalım da akşama….’  diyerek kendimizi herhangi bir olumsuzluğa hazırlar hatta olabileceğini düşünürüz sıklıkla. Ki bir sıkıntı olduğu takdirde de tek suçlunun o gün attığımız bir kaç fazla kahkaha olduğuna kanaat getirecek kadar kötümser ve sabit fikirizdir.

SİYAH ÖNLÜK

Yakadır bizi kurtaran….. Her ne kadar hep negatifi çağırsak da hep ters giden veya gidebilecek herhangi bir şeyin  varlığına oa kadar inansak da o beyaz yaka yok mu hep umudu saklar kalbimizin en derin köşesinde. O kolalı kiminin dantel beyaz yakası der ki hep  ‘Olabilir sana her şey siyah gözükebilir ama unutma yakan bayaz, her şey yoluna girecek, seni beyaz yakan kurtaracak…’ Evet, bizi yakamız kurtardı ama şimdi durum vahim o kadar rengin içinde gerçeği göremeyen nesiller olurlarsa bu çocuklar?  Ne olacak?  Gerçek de lazım değil mi? Hep pozitif düşünmek de çözüm mü bütün bu ters giden olaylara…. Bence o da hastalıklı bir tutum, olmuyor…. Onu takma bunu takma o vakit de hayatı çok hafife alıyormuşsunuz gibi gelmiyor mu size de? Yaşamıyormuşsunuz gibi…. İşte biz o siyah önlük yüzünden hayatı bu kadar ciddiye alıyoruz; yakamız yüzünden de beyazı görebiliyoruz görmeye çalışıyoruz….

Hayatın en önemli temel taşları 6 ile 10 yaşları arasında atılıyor ya o yüzden çocuklarımızın o yaşlarda gördüğü renklere, inandığı değerlere, önem verdiği inceliklere dikkat edip sağlam bireyler yetiştirmek bizim en birincil vazifemiz. Unutmayalım aslında seni sen yapan ya da yapamayan her detay çocukluğunda gizli…. Altını çizdiğiniz detaylara dikkat edin hem de çok dikkat edin….

 

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….

 

 

AĞUSTOS 19, 09:30

August 19, 2011

AĞUSTOS 19, 09:30     Bu gün benim doğumgünüm. Ben bundan 35 sene önce bir perşembe sabahı saat 09:30’da Isparta Devlet Hastanesi’nde dünyaya gelmişim. Kocaman bir 35 sene yaşadım bu acayip dünyada… Akıllısı ile de bizzat benim gibi delisi ile de karşılaştım. Isparta’da başlayan bu hikaye, üniversite hayatıyla birlikte Ankara’da sürmeye devam etti. Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde benim gibi deli ama benden ziyadesiyle zeki bir zaatla tanıştım. Sonra dedim ki  ” Benim eşim olsun iyi olur, ben O’nu seviyorum….” Bu vesileyle Isparta’da güzel bir çocukluk ve dolu dolu okul yıllarıyla, okul birincilikleriyle tamamlanan gençlik yılları 24 Haziran 2002 tarihinde Barış’la evlenerek bir başka boyuta taşındı benim açımdan. Bu aşk evliliği  15 Aralık 2003’te  Zeynep Sermin’in bize katılmasıyla güzel ama fazlasıyla deli dolu çekirdek bir aileye – aileme – dönüştü.  Ankara’da İngilizce Öğretmeni olarak mesleğimi de yapmaya devam ettim kimi zaman severek büyük bir iştahla, kimi zaman da dünyanın şikayetini ard arda sıralayarak….. 31 yaşımdaydım Babam beni bırakıp gittiğinde, 5 Ekim 2007…. o gün omuzlarıma oturdu o esmer çocuk omuzlarıma….

AĞUSTOS 19, 09:30 https://www.cimeleon.com/2011/05/omuzlarimdaolu

Annem de babam da güzel, hoş, anlayışlı ve sorumlu bir anne baba olmuştur her zaman. İki kız çocuk büyütmüşler ve bir de okutup meslek sahibi yapmışlardır. İkisine de sonsuz teşekkürler…. Benim bir kız kardeşim var anlayacağınız üzere… Meriç… Aynı adıyla eş, nehir de olduğu gibi çalkantılı dalgalıdır her daim. Durulur kimi zaman sonra bir tusunami çıkarıverir aniden. Renklidir. 1981 doğumlu… O’nu babamın kucağında ilk gördüğüm günü dün gibi hatırlıyorum. Babaannemin elinden tutuyordum, hastane girişinde. Babam geldi.  Baktım O’na…. Kara kaş, kara göz… Bana şöyle bir baktı, surat astı, bıyık altından gülümsedi cadı….

AĞUSTOS 19, 09:30      Hayatın dönüm noktaları vardır ya hani kilometre taşları…. Vardır bende de o taşlardan, ama ilki Meriç’le karşılaştığım an olmak üzere iki önemli tarih daha var. İlki 7 tEMMUZ 1998… Barış’ımla tanıştığım gündür ve hayatımın akışı , hayatımızın akışı olmuştur…. İkincisi de 15 Aralık 2003… Zeynep Sermin’in doğumhanede kucağıma verildiği ve bana ilk defa gülümsediği gündür….. Bu anlar nehrin yatağını değişriren ve yenileyen çok önmeli anlardır. Hepsi için Rabbime ayrı ayrı şükrederim….. Ayrıca şükrettiğim çok önemli noktalar da vardır hayatımda. Sağlam arkadaşlar ve komşulara sahip olabildiğim için ve genelde iyi insanlarla karşılaştığım veyahut kötüyü geç de olsa görebildiğim için her zaman şükrederim…

Evet… Ben çok şükür mutlu bir yaşamı olan, yaşamdan ömrüm diyebilecek kadar iyi tatlar alabilen eğitimli, konuşabilen, yazabilen, aile sahibi, mutlu bir çalışan şehir kadınıyım…. Halimden çok şükür mennunum…. Kendim çok seviyorum, itirazı olan yoktur herhalde…. En çok kendimi seviyorum ve bunu da rahatlıkla itiraf edebiliyorum… Kızımı ve ailemi seviyorum kendimle bir….  Bu absürd komedi ve korku dolu dünyadan misyonumu doldurup da ayrılınca iyi anılmak isterim ama ben öldükten sonra da doğum günümün bütün ölülerinki gibi unutulmasını istemem…. Ve özellikle de Zeynep’imin beni benim istediğim gibi anmasıdır….Doğumgünüm

Neyse bu yazı benim içindi…. Doğumgünüm kutlu olsun….. İyi ki doğmuşum…. İyi ki gelmişim bu acayip ama bir o kadar da tatlı dünyaya…. Bazen anlıyorum da bazen de anlamakta cidden zorluk çekiyorum. Ama belki de tatlı tarafı bu….Şikayet edip de hayatta kalmaya çalışmak, belki de bütün mesele budur ha?

 

YAŞASIN 36….

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN…..

FUCK YOU ALL

August 15, 2011

FUCK YOU ALL İnsanlar değişik şekillerde gruplara ayrılır bilirim; özellikle bazı kişilikler insanları gruplandırmayı çok iyi bilirler ve genelde de bunu sıklıkla yaparlar. Ben hiç bir zaman bu tip yaftacı ve hizipçi tiplerden olmadım, olamadım. Büyük hataymış hem de çok büyük…. Her adem oğluna sadece soyu Adem ile Havva’ya dayanıyor diye ‘İNSAN’  muamelesi yapmak çok büyük hataymış. Birlikte bir dünya paylaşıyoruz, aynı göğün altındayız, birbirimize muhtacız, sevgi dolu olmalıyız, sevmesek bile insan olarak saygı duymalıyız ve benzeri martavallara benden başka itimat eden kalmamış…. İşte bu yüzden sizi hiç sevmediğimi ve özellike size hiç saygı duymadığımı haykırıyorum sevgili dalkavuklar, doğruyu bildiği halde söylemektem aciz zavallılar, kendini bir  BOK  zanneden küçük insanlar —-malesef tecrübe ettim  ‘küçükleri’  varmış-  oturdukları masayla adam olabilen oradan kalkınca aklı kıçına kaçan bedbah insan müsvetteleri , eline herhangi bir kart sıkıştırılınca altına sıçacak gibi renk değiştiren insancıklar varmış….

FUCK YOU ALLBen öküz olmayı bilmem; hiç ama hiç tecrübe etmedim. Ama istersem sizin kadar pervasız olabilirim. Hem bunu yaparken de sizi bir hayli incitebilirim. Sanmayın ki ağzım laf yapmıyor, sanmayın ki iki lafı bir araya getiremiyorum. Ben sizin bildiğiniz, sindirebileceğiniz insanlardan değilim…. Benim içimde uyuyan bir aslan var ve eğer uyanacak kadar zorlanırsa uyanır ve ağzınıza bir güzel şıçar… Sıçabilir; o yetiye sahip;  sıçmıyorsa bilin insani bir sebebi vardır. Onu uyandırırsanız ki ben onu bilirim son raddeye kadar uyanmamak için sabreder; göreceğiniz ve tecrübe edeceğiniz durumlar ve sözler öyle pek yenir yutulurundan, pek altından kalkılanından olmaz….

Olmadı da nitekim. Aslan uyandı ve kükredi. Durumu veya durumumu en iyi  izah eder bu tanımlama. Ama kimi zaman da aslan çıktı gibi olur yine uyumaya devam eder muhtemelen böyle durumların müsebbibidir   ‘SAYGI’   dediğimiz içsel huzur. Kızarız ama duyduğumuz ya da duymaya zorlandığımız saygı yüzünden aslanı zorla da olsa sakinleştiririz.  Bunların sonunda hep sen kötüsün; ve bu etikete mahkumsun…. Deli…. Evet en güzeli kabul edin; eğer akıllı sizseniz ben sizinle aynı dünyayı bile istemiyorum…. Size biraz eğlence, biraz seyahat biraz da seks kokan bir tavsiyem olur son olarak ,…. Anlamışsınızdır….. Akıllısınız ya….

 

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….

 

 

 

 

Follow by Email
Pinterest
Pinterest
fb-share-icon
Instagram