2023 SEFER SAYILI UÇUŞUMUZ İÇİN KEYİFLİ UÇUŞLAR DİLİYORUM
December 31, 2022
“Hiç bir yere gitmeden daha uzağa gidemezsin.”
Truman (Truman Show)
Evet 2022’nin son günü bugün. Biraz romantiğim ben nedense sabahtan beri. Hani misafir gidince ev bomboş kalır ya, o his var. Evden uçup da sana yabancılaşan evler sanki 22 bugün bende. Benim özel yaşamım için iyi bir yıldı. Elbette ki hepimizdeki izdüşümü bu değil o yüzden o toplara girmeyeceğim. Parayla değil sırayla olduğunu bilecek yaşlardayım çok şükür. Evet yaşlarım da epey büyüdü değil mi? Ellilerime geliyorum. Vallahi ben bile şaşırıyorum düşününce.
Dün bir karar aldım. Öyle pek de “Bir karar aldım insanı değilimdir,” ama aldım vallahi. Cuma akşamı çalışmasından sonra oturumu kapatınca düşündüm: Bundan sonra her yıl bir dosya! 2022 de bir dosya tamamlayınca o derinliklerde yüzmek hoşuma gitti zahir. Her yıl bir dosya tamamlamayı seçiyorum. “Seçiyorum,” demem lâzımmış. Can arkadaşım uyardı. Tabii cümlenin fiili önemli…
Güzel bir yıldı 2022. Hızlı, şaşırtıcı, sabırlı bir yıldı. Sabır etmeyi biliyordum da bir üst seviyeye geçtim sanki bu yıl. Yazarlık kariyerimde, ay ne güzel laf bu, evet yazarlık kariyerimde başka bir boyuta adım attım. Konuşan Kelimeler’i bir üst seviyeye taşıdım. Hâlâ da devam ediyorum o konuda geliştirici çalışmalara. Bugün Nevra “Ben senin yeni yıl dileğini biliyorum,” dedİ; bildi de. Onun dahi bildiği bir dileğim var. İstiyorum gerçekten, hadi hayırlısı.
Hayatıma lamayı başardığım yeni insanlar güzel heyecanları da heybelerinde getirdiler. Yolda olma hali gerçekten kıymetli. Artık nerede olmak istediğimi aynı zamanda da nerede olmak istemediğimi de biliyorum. Zor bu iş vallahi, bilirsiniz o kadar da kolay değil. İnsanın kendini inşası işiyle doğru orantılı zamansal ve birikim olarak. Giden geri gelmiyor. Dün gece yirmi sene öncesinde uyandık yazı arkadaşlarımla 2003’te. Zor oldu. Genç değildik ve bu kadarının bir daha yaşayacak olmamız biraz gerdi bizi. Yirmi seneyi bir daha yaşayacak olmak, değiştirebilir miydik ki? Hatalarımızı yapmayalım falan demedik hiç birimiz. Neden? Bilinç altımızda o hatırların bizi biz yaptığını biliyoruz çünkü. Kimse hadi dikkat edelim demedi. Çok güzeldi. Yolculuğa başladık direk. Belki de bu konsantre olma hali bize son on yıldan hatıra. “Neden eski şarkılar çalıyor?!” diye ağlayıp dertlenmenin gereği yok ne çalıyorsa dans et. Ağlamamız gerekiyorsa ağlayacağımız, zevk alacağımız işleri yapacağımız, sağlıklı, dosyalarımızı itinayla bitirebildiğimiz hoş bir yıl olsun. Yıllar sonra anarken gülümseten milyonlarca anımız olsun 2023’ten.
Dertlerimizin hiç birini bırakamıyoruz hepimiz biliyoruz. Hepsini kapalı kutularda sırtladık gidiyoruz. Tavuk yiyeceğiz, hediyeler vereceğiz birbirimize, bir iki kadeh parlatacağız ve hop divanda yastıkların yerini değiştirip diğer tarafa yatacağız. işte bu, günü güne ekleyerek devam…
Keyifli uçuşlar!
UYUYORUM
March 16, 2021
Hayır, duymuyorum. O ses de ne? Duymuyorum, duymamam lazım. Bugün pazartesi, boş günüm bugün zorunlu bir saatte kalkmadığım tek sabah. Git belanı başka yerde bu lütfen. Ne olur ben duymuyorum seni, uyuyorum. Uyanmak istemiyorum bu ülkede bir sabaha daha. Ne kadar da inatçısın. Pes vallahi!
Şu süpürge satan amca ise bir güzel döveyim açayım da şu kapıyı. Odur o, kim olacak?
Hasbin Allah. Rahat yok bu garibe… Açayım da kapıyı ne olacaksa olsun.
****
“Yok yok, Oğlan yok Nedret!”
“Merhaba Nimet Abla. Günaydın. Şükür ben de iyiyim. Kim yok? Murat mı?
“Yok!”
“Kim yok?”
“Murat. Bütün gece gelmedi. Telefonuna da ulaşılamıyor.”
“Nereye gittiydi ki?”
“Önce derse gitti dershaneye. Sonra da arkadaşlarla takılırız dediydi. Beş gibi miydi neydi konuştuk, ben yedim gelirim akşama dediydi. Gelmedi de aramadı da… Nedret yardım et. Nadir’e bir ulaş, hadi Nedret…”
“Abla babasını aradın mı?”
“Yok, korktum.”
“Aramak lazım abla. Arkadaşlarını filan aradın mı?”
“Ablam şuraya bir otur hadi. Dur bir bardak su getireyim sana. Nimet Abla sen dün kaçta yattın bir de hele?”
“ Ne bileyim Nedret’im kitap okudum. ‘Tutunamayanlar’ ı oku dedi Murat bana. Sonra biraz da kuran okudum. Murat sınava girecek ya. Ona okudum. Kanaviçemi işledim biraz. İlacımı içtiydim. Uyku yapıyor o bana pek fena. Uyuyakalmışım koltukta. Uyandım beş olmuş sabah. Yediye kadar da bekledim. Sana geldim. Daha da bekleyemedim.”
“Ablam Murat’ın cebine ulaşılıyor mu? Çalıyor mu?”
“Yok, çalmıyor Nedret.”
“Dershane Kızılay’da mıydı?”
“Evet, Nedret. Ne oluyor annem? Senin bir bildiğin mi var?”
“Yok abla bir bildiğim; ne bileceğim? Ben arkadaşlarla biraz takıldım kurs bitince. Sonra eve geldim. Sen içtin mi suyunu?”
****
“Nadir, ablacım. Nimet Abla bende. Dün gece eve gelmemiş Murat. Patlamadan haberi yok Nimet Abla’nın?”
“Nasıl olur abla?”
“Ne demek nasıl olur? Televizyon sevmiyor. Kitap okumuş, el işi yapmış. Uyumuş kalmış koltukta. Murat yok, patlamadan haberi yok kadının”
“Soyadı Emir miydi Abla?”
“Evet Ablacım.”
“Başımız sağ olsun. Haber eden de mi olmamış kadına yahu Abla? Bir yetkili falan ulaşmamış mı?”
“Yok Murat’cım… Ulaşmamış kimse… Bilemiyorum. Uyuyormuş.
*****
Çalı süpürgesi satan o kasketli amca olsaydı kapıyı çalan. Ne güzel olacaktı. Ne diyeceğim ben şimdi? Nasıl söyler insan bir anneye oğlunun dershane çıkışı öldüğünü, bırak ölmeyi biri tarafından bombayla paramparça edildiğini. Ne yapacağım şimdi. O uyuduğu uykuya lanet edecek en başta, sonra sonrası mı var acaba? Olacak mı Nimet abla için sonrası? İnsanın evlattan sonra yaşamı olur mu? Olur, tabi de nasıl olur ki? Midem bulanıyor. Ne diyeceğim ben şimdi? Babasını mı çağırsam? Zaten nefret eder Ali abiden, iyi gelir mi ki o? Biri ya da bir şey iyi gelir mi ki Nimet Abla’ya? Ne yapacağım? Ben mi söyleyeceğim? Zorunda mıyım? Allah’ım neden? Nasıl olur? Şehrin göbeğinde otobüs duraklarında patlama? Neden? Ölümün üzerine kurduğunuz her ne ise mezarınız olsun inşallah… Ölümü kınarken ölüm dilemek… Çürüdük artık. Kokuyoruz çok kötü. Çöpten sızan pis su kadar çirkin kokuyoruz, her yana sindi kokumuz. Ayaklarınız yapışır üzerinde gezinseniz. Duyduğumuz sesler bile kokuşmuş. Bombayı duyuyor musunuz çığlıklara karışmış? Otobüsün acı freni bir nefesin durmadan önce duyduğu son acı ses. Kimi kimlere kırdırıyorsunuz. Bir lise öğrencisinin kot pantolonunda yaşadığı hayatın size ne zararı vardı? Ne diyeceğiz annesine şimdi? Şehit mi oğlun diyeceğiz. Yer mi sizce? Bu söylemi yiyen kaldı mı bu ülkede? Mezar başında şehitler ölmez diyoruz. Ne komik? Birinin mezuniyetini, düğününü izlerken gözü yaşaran anneye de söylemek ister misiniz aynı cümleyi?
****
“Nimet Abla?”
“Ha yavrum. Ne dedi Nadir?”
“Sen dün televizyonu hiç açmamışsın ya, duymamışsın sanırım.”
“Neyi Nedret, duymamışım? Televizyona mı çıkmış Murat?”
13.03.2016 gününün hazin anısına itafen… İsimler kurmacadır.
Resim Ada Ada Alex KATZ
LEHİNE YAŞAMAK
March 30, 2020

Wojtekstark tarafından 01/06/2019
KAYNAK Instagram
Mart ayının 13. günü idi, okullar için iki hafta zorunlu kapatma kararı alındı. Ekran önünde hallice bir şaşkınlıkla ilk söylediğim ilk şey “o kadar ciddi mi?” idi. Bilirim ki bir eğitimci için okulların resmen kapanması çok fazla anlam yüklüdür. Gerildik haliyle. Üzerine riskli gruplar evinde kalacak dendi. O kapandı, bu askıya alındı. Derken 30 Nisan duyuruldu…. Şu anda da akşam ezanı sonra duası ediliyor camilerden. Kurbanlık gibi hissetmiyor değil insan…. Neyse efendim her açıklama yapan bu süreci sabırla anlattığı için bilmeyenimiz yoktur sanırım, tekrara düşmeyelim….. Herkes evde olmaya çalışıyor. Bir de dışarıda çalışmak zorunda olanlar, sağlık çalışanları, kargo çalışanları, işçiler, şoförler, market çalışanları bir çok çalışanımız var … Tam teşekküllü ve sınırlı yasak olmazsa evde kalamayan insanlarımız büyük psikolojik sıkıntı yaşayacaklar benim kanaatim. İki şeyi düşünmek onları perişan edebilir: Virüs kaptım mı ya da yayıyor muyum? Dikkat ediyor muyum yeterince? ve Benim canım ve varlığım neden değerli değil? Evde kalabilme ve önlem alabilme sınıfsal bir ayrıma sebep olmuştur ve bu beni bir insan olarak şiddetli biçimde derinden yaralamıştır. En usturuplu kelimelerle böyle ifade edeyim bu konuyu…. O insanların “alın atınızı ” moduna gelmemesinin tek nedeni yine ekonomik olarak içinde oldukları açmazdır ve sosyal devlet buna çare olmalıdır. Olmak zorundadır….
Evde olmak nasıl gidiyor?
Sıkıntılı değil mi? İş hiç bitmiyor , eksik hiç bitmiyor değil mi? Sürekli bir doldurup boşaltma hali biteviye sürüyor. Yarının büyülü gücü de hiç eksilmiyor. Kafanızdaki her güzel düşünce bugün olmadı da vaktim yarın olur diye rafa kaldırılıyor mu? Hiç adetiniz değilken kendinizi birden akşam falanca kanaldaki slow motion dizilerimizi seyrederken bulmadınız mı daha “Hep aynı bunlar da diye” hayıflanırken?…. Sürekli çay içiyorsunuz değil mi? Arada böyle de yaşıyormuşum diye düşünmeye başladınız mı? Gardırobunuzu açıp bu kadar giysiye gerek yokmuş hep aynı şeyleri giyebiliyor muşum dediniz mi? Demediyseniz, yakındır…. Sadece aile ve aile bildiklerim yetiyormuş. Fazla insana da lüzum yokmuş dediniz mi? Bir sesini duyayım diye sevdiğiniz biri de aradınız mı tamamdır…. Ev programı size başarıyla yüklenmiştir. Artık iflah olmayacaksınız bilin istedim. Evden ayrılmakta zorlananlarımız da olacaktır bu işler sona erince emin olun…. Evde olmaya başladığımda beni hayrete düşüren gerçeklerden biri de her gün ev insanının çıkardığı çöptür. Siz de fark etmişsinizdir. Her gün hayret edilecek kadar çöp çıkarıyoruz. Plastiği, organiği, kağıdı falan derken dünyanın çöpü çıkıyor. Bu da ne kadar fazla bir tüketim potansiyeline sahip olduğumuzun bir sağlaması aslında. Yap, tüket. Çöp at…. Evi insanının bitmek bilmeyen mesaisi. Twitter’da bir Amerikalı kadın karantinaya girdiğimiz ilk günlerde yazmıştı, inanamıyorum herkes üç öğün evde yemek yiyecek, nasıl baş edeceğim diye… Velhasıl evde işler her zaman fazla fazladır. Beklenmedik bir potansiyeli vardır, tam bir doldur boşalt dünyası….. Her gece işleri bugün de bitirdim ama yine çiçekleri sulamayı unuttum diyerek girersiniz yatağa. Hep bir şey eksiktir. Yarını bekler…. Bu aralar umudumuz eksik giriyoruz yatağa. Yarın umudumuz oluyor her gün… Sona erecek diye avutuyoruz ama gerçekten bitince nasıl eski hayatımıza konsantre olacağız. Çin de bir duvar yazısı sorununun eski hayatımız olduğunu ona dönmememiz gerektiğini söylüyordu, sosyal medyada gördüm. Biz miyiz sorun? Yaşamaya alışık olduğumuz hayatlarımız sonucu doğa intikam mı alıyor? Doğa gerçekten o kadar kindar mı? Bizi kucaklayan nehirler, dağlar, manzaralar, atlar, inekler, maymunlar, yarasalar intikam mı almaya mı karar verdiler? Kötülükten intikamı ne var ne yok eleyelim diye almaya karar verdiler? Sanmıyorum ben doğanın üzerimize yürüdüğünü. Ama bir ders verdiği açık. Eve girdik gireli düşünüyorum ders nedir diye ben kendi çapımda….
Bir tıkla her şeye ulaşıp halledip, hemen tüketirken gözle görülmeyen tanımadığımız bir virüs yüzünden distopik roman kahramanları gibi evlere girip kapattık kapıları, balkonlardan şarkılar söylüyoruz. Kapılarımız kapalı, sosyal mesafemiz hazır. Bir enter ile hallederken yaşamı elimiz böğrümüzde kaldık. Mıh sıçtık, evlerdeyiz. Bir çok şeyi düşünüp şükrediyoruz, bir çok şeye de kahrediyoruz. Koca dünya kendini dinliyor resmen. Topluca terapiye girdik gibi hissediyorum. Aslında neyiz, ne değiliz ortaya çıkacak sonucunda bu sürecin sanki. Yapmakta olduğumuz işler, sorumluluklarımız ne kadar önemli bizim için ya da insanlık için? Gerçekten bulunmadık Hint kumaşı mıyız? Biz olmasak da işler yürür mü? Sosyal devlet olmak bu kadar önemli mi? Gemi batıyor mu? Mahalle yanıyor mu? Hadi bakalım saçlarını kimler tarayacak? Herkes gemide mi? Yine mi ben kaptanım gemide? En acısı yaşam da ölüm de bir sayı olmuş…. Bir eksik bir fazla ölüyoruz, öldürüyoruz….

Dün akşam Netflix’de Pepe isimli belgeseli izledik ailecek. Uruguay eski devlet başkanı Jose Mujica’nın Emir Custurica yönetmenliğindeki belgeseli ki kendisinin ve arkadaşlarının hapishane yılları A Twelve Year Night isimli filmde çok güzel anlatılmıştır. Yazmıştım buralarda kalemim döndüğünce. Belgeselde efsane sosyalist başkan bir kalıp kullanıyor konuşurken: Hayatın lehine yaşamak… Biz bu lehine yaşamak işinde biraz kantarın topuzunu kaçırıp işi hayattan bağımsız kendi lehimize çevirmekle hata yapmış olabiliriz. Her düzeni kendi lehimize kurmaya çalışmak demek ki hayatın, her zaman lehine olmuyor. Önemli olan tek başına insan değil, insanoğlu…. Yaşamın devamlılığını düşünmek ve hesaba katmak zorundayız….. Şöyle devam ediyor Pepe ” Hayatın lehine yatırımlara ihtiyacı var dünyanın. Büyük miktarda tuzlu suyu Sahra’nın ortasına götürmeliyiz. İklimi değiştirmek, tuzlu suyu buharlaştırmak için…. Kuzey Sibirya’dan eriyen kar suyuyla yeni nehirler oluşturmalıyız. Moğolistan ve Asya’nın kurak kesimlerine içme suyu götürmeliyiz. Rocky dağlarından Meksika’nın kuzeyine akan bir nehir oluşturmalıyız. Tüm insanlığın faydasına olacak binlerce proje var. Pataogonya’yı yerleşilebilir kılmalıyız. Atamaca Çölü’nün iklimini değiştirmeliyiz. En kurak çöl, oraya ağaç dikmeliyiz. İnsan bunu yapabilir para biriktirmek yerine….. Bunun için yine hayatın aleyhine değil lehine olmak lazım” Bence budur çözüm: Hayatın lehine yaşamak sadece insanın değil….
Anladığın kadar özgürsün…..
sağlıcakla kalın…. Evde kalın…..
LIFE UNDER CURTAIN
March 20, 2020

Fark etmedik mi? Ciddiye mi almadık? Ne oldu anlamadan okullar kapandı dediler ve karga tulumba evde bulduk kendimizi. Ben gidecek miyim işe? Sen gidecek misin? Evden herkes nasıl çalışsın? Et mi alsak biraz, tuvalet kağıdı,deterjan… Gerek var mı dersin? Dur ben bir mazot alayım falan derken evden çok elzem durumlar haricinde çıkamaz olduk. Gözle bile görülmeyen virüs ile mücadele için, hasta olmamak için, sağlık sektörünün kaldıramayacağı kadar hasta olmasın aynı anda diye evde bulduk kendimizi… Corona bizi eve hapsetti tam tabiriyle. Sanki dışarıda elinde sopayla bekleyen bir yaratık var, evden çıkanın canına ot tıkıyor. Mecbur çıkmak zorunda olanlar bize diş bilerken biz de onlara dua ediyoruz. Eller yıkanıyor durmadan, böyle giderse derimiz iyice hasta olacak…

İngilizce’de evdeyim demek için ‘ I am home.’ denir. Ben evim demektir tam çevirisi. Bu aralar hepimiz eviz. Ben üç sene önce ev olmuştum tam olarak. Çok alışkınım , o yüzden sizin kadar anormal hissetmedim bu ev olma olayında. Evin dipsiz bir kuyu olduğunu, işlerin nedense hiç bitmediğini, her gün sabah biraz daha fazla uyunduğunu, saat iki olmuş hiç bir şey yapmadım bugün kalp sıkıntısını, saat dört gibi pijamaları çıkarsam mı çıkarmasam mı diye düşünmenin acısını bilirim. Yarın yaparım nasıl olsa evdeyim beyhude iyimserliğini de eşofmanlarımızı çıkardığınızda mutlu hissetmeyi de bilirim. Çayı bitirip kahveye geçmeyi, aaaa akşam oldu şaşkınlığını hele iyi bilirim. Hiç yorulmadan nasıl bu kadar yorgun hissedildiğini, hatta nasıl bu kadar fazla aç hissedildiğini iyi bilirim. Kitap okuyamadım gerginliğini de…. İşte olsaydım şu kadar iş bitirmiştim düşüncelerini de… Evde olmayı dört gözle beklerdim ben , nedir bu hissettiklerim kaygısını da … Aynada kendini incelemeyi de bilirim evdeyken. Bıyıklarım çıkmış, alsam mı diyen aynadaki boş gözlere alışkınım…. Alışırsınız…. Ben alışmıştım hatta bir hashtag yapmıştım evde hayat konulu #lifeundercurtain . Sıradan ve sürüden insanoğlunun en çabuk ve kolay yaptığı şey alışmak, dert etmeyin….
Evren, hayvanlar,doğa bizden intikam alıyor. Tüketen, bitiren umursamayan, öldüren, yıkan, yiyen, görmezden gelen, ötekileştiren, anlamayan, empati yapamayan, ayıran, ayrıştıran insandan intikam mı alıyor? Evimize girdik, İtalyan ile empati yapıp, birbirimize bakıyoruz. Ellerimizi yıkamayı dahi yeni öğreniyoruz. Sosyal izalosyan olacak dedik, dedeler nineler evde durmuyor. Biz gördük göreceğimizi deyip çıkıp banklarda insan seyrediyorlardı ki banklar kaldırıldı. Bankada iple bağlı kalemden sonra alınan en absurd önlem ban kalırsa bu. Hastanelerin meşgul edilmemesi gerek diyorsun kadın bebeğinin cinsiyetini öğrenmeye gidiyor hastaneye. Akşam sağlık çalışanlarımızı alkışlıyoruz ama tıbbi maske sağlayamıyoruz. Karantinadan kaçan çeşitler, cami kapısı döven müptezeller hepsi biz evdeyken dışarıdalar. Marketleri boşaltanlar da başka tür bir delilik içindeler. Bir de uyanık tüccarlarımız var indirim yapan ve tüm emeklilerin evden dışarı çıkmasını sağlayan. Geceleri toplaşıp toplaşıp kanallarda konuşan bir avuç konunun uzmanına bir de gece yarısı güncellemeleri eklendi ki değmeyin anksiyetimize…. Daha neler neler…. İçim şişti… Ellerimizi yıkıyoruz, kolonyacılık oynuyoruz. Mis gibi kokuyoruz ama korkuyoruz…
Biz dokunan bir milletiz. Her şey geride kalınca, tbt paylaşımlarının konusu olunca Corona acaba bu özelliğimizi törpüleyecek miyiz? Bilmiyorum. Geçecek mi onu da bilmiyoruz. En yorucusu bu bilmezlik hissi. Yarını bilmemek, tahmin bile edememek. Rutinine devam edememek de en bunaltıcı olanı, yeni rutinler inşa etmeye çalışıyoruz sosyal medyada bile iyi olmak ve iyi etmek adına. Özgürlük de kısıtlanınca milletin canı sıkkın haliyle… Ama bir gerçek var, can sıkıntısı solunum sıkıntısından daha idare edilebilir. Kaybettiklerimiz kadar kazandıklarımızın da olması en büyük dileğim insanlık adına bu iş sona erdiğinde. En kısa zamanda umarım….

İnsan sosyal bir varlıktır. Hayvanlar yalnızlık duymaz bu evrende bir tek. Türlü türlü yol bulduk beraber olmak adına teknoloji sağ olsun. konserden tutun da canlı yayına, telefona, mesaja kadar…. Daha sık mı görüşüyoruz ki acaba? Ama en önemli güdüsü yaşamda kalmaktır insanın ve bu yüzden evde kalarak yaşama şansımızı artırarak ne hedef olalım ne de başkasının kötü kabusu. Ev bir canlıdır, bir organizmadır unutmayın. Ona nasıl bakarsanız size öyle geri döner. Evde kapalı kaldım deyip onu ötekileştirmeyin. Tıkılı kalınmaz evde. Ev koruyup kollayandır. Eviniz kalkanınızdır. Hikayemiz devam ediyor, unutmayın….
Anladığın kadar özgürsün…
Geliyor….
December 30, 2019

Evet….Eksildi ömrümüzden bir yıl daha, yarın son günümüz. Ona olan şükran duygularımızı yeni gelen arkadaşa da misafirperverliğimizi göstermek için sofralarda buluşacağız yarın akşam…. Ailecek ya da aile bildiklerimizle…. Yalnız olsak da dert değil, ailemiz sırtımızdakiler olabilir, neden olmasın?Pastalarla ağzımızı tatlandırıp, fındık fıstık tadında karşılayacağız 2020’yi….Kadeh seslerine kahkahalarımızı katacağız beklerken….. Anıları deşeceğiz…Kimimiz evde olsak da, kimimiz dışarıda olsak da hastanede, asker ocağında, yolda, hasta başında, cenazede karşılayacak da vardır illa ki yeni yılımızı…. Unutmayalım ki her şey sırayla…. Yaşam bir olma hali ve yenisi eskisi, ölüsü dirisi hepsi senin için orda….2020’de olmasını istediklerim var elbet…. Duacısı olduklarım… 1 ocak sessizliğine aldanmayın sıcacık, gürültülü, her dem güzel anılacak bir yıl olacak 2020….
Üç noktayı koydum kapı çaldı ve içinde benim de nacizane bir öykümün olduğu kitapları getirdi kargocu genç… Heyecanlandım çok, elimde tuttum, açtım baktım şöyle bi…. Tek sayı sayfada öyküm dedim ilk. Benim çok kıymetli bir ilk heyecanım gerçekleşti 2019’da…. Devamı 2020’lere sıcak sıcak, bol bol…. Gelecek yıldan kimsenin hiç bir ukdesinin kalmamasını diliyorum….. Sevgiyle…. 💜🧿🧿💜🧿

Hadi Gel Bakalım….
December 30, 2018
Pırasayı ayıklayıp suya koydum. Malumunuz bu doldur-boşalt dünyasında sürekli doldurduğumuz yer midemiz. Nevra’yı öğlen uykusuna yatırdım. Dedim şu adetimi yerine getireyim:yeni yıl yazısı…
Evet 43. yeni yıla girişim mi bu benim? Valahi hesap ortada….. Güzel başlayıp güzel biten bir pazartesi olsun harika “salılara” son çıkış olsun bu sene yılbaşı hepimiz için…
Yeniyi hepimiz seviyoruz. Özellikle de hayatımızdaki yeni olayları… Bazen zor ve meşakkatli gelse de hepimizin belleğinde hoş bir yeri var “Yeni” nin. 1 Ocak Sabahı hayatımızda tarihten başka bir şeyin değişmeyeceğini bilsek de sadece umudu bile bize yetiyor. Aslında müptela olduğumuz ve bozulduğunda aslen tepemizin attığı rutinimizi koruyarak yenilemek fikri hayatımızı, bizi bir heyecanlandırıyor sanki…
Seneye eski yıl olacak yeni yılımızdan Efendi olmasını bekliyorum ben. Herkesin karşısına, büyük küçük hepimizin karşısına hep insanların çıkmasını, kimseyi gereksiz üzmediğimiz, öyle fazla üzülmediğimiz bol kahkaha attığımız, dualarımızın kabul olduğu, bize fazla yük olan kişi ya da olayları hayatımızdan çıkarabildiğimiz, eleştiriyi bir hayat şekli olmaktan çıkardığımız, haddimizi bildiğimiz ve ölmediğimiz bir yıl diliyorum hepimize…..
Güzel sofralarda Allah ne verdiyse yediğimiz, güldüğümüz, harika fotoğraflar çekildiğimiz ışıl ışıl anılar biriktirdiğimiz bir yılbaşı akşamı diliyorum hepimize….
Her sene olduğu gibi bu sene de düşebiliriz. Olabilir, olacak!!!! Kalkacağız ve devam edeceğiz. Biriktireceğiz kavanozumuza :Anılar , hikayeler, insanlar, kitaplar, tecrübeler, sıkıntılar, kızgınlıklar, sohbetler, kavgalar, tatiller, kahveler, çaylar, sofralar, parklar, karlar, yağmurlar, soğuklar, sıcaklar… Daha neler neler….
Her şey bizim elimizde mi dediğinizi duyuyorum; gerçekçi olalım, değil tabii…. Her şey, bugün, elinizde, kontrolümüzde olmayabilir ama yarın olursa hazırlıklı olmak gerekmez mi?
Kartlar sana dönene kadar oyuna devam etmen gerekmiyor mu? Oyunu kazanmanın ilk şartı oynamak değil mi?
2019’da vazgeçmeyecek kadar, hiçbir şeyden vazgeçmeyecek kadar sabır; Mutluluktan, sevgiden, anlayıştan ve kendinden vazgeçmeyecek kadar sabır diliyorum….
Küçük mutluluklardan büyük erdemler
çıkarabildiğimiz güzel bir yıl diliyorum….
Anladığın kadar Özgürsün….
Melike Pehlivan İşler
Yok ya da çok
November 1, 2018
Buradayım,
Kimi zaman değilim…
Görüyorum ama
Görünmüyorum…
Bakıyorum
Ama görmüyorum
Anlıyorum
Ama anlaşılmıyorum
Sadece nefes değil yaşamak….
Bunu biliyorum ya
Sıkıntı yok…
Ya da çok…
MPİ
2015 te yazdığım bir şiir….
ŞİMDİKİ ZAMANIN HİKAYESİ
July 23, 2018
Plan yapmak!!!!
Ben kendimi bildim bileli bu işte ustayımdır. Uzun vadeli planları erken rezervasyon tatili kadar uzağa taşırım en fazla ama kısa vadeli planlar hayatımın vazgeçilmezidir. Hani “Hayat siz plan yaparken başınıza gelenlerdir.” Dedirtecek tecrübelerim de olmadı değil… Öyle ev alalım, araba da alalım çocuğu üçüncü kalem olarak yaparız gibi aşırı uzun vadeli ve bizim ülkemiz için absurd yaklaşımlarım hiç olmadı…
Ama var bazılarının böyle beklentileri duydum yekten. Ne kadar saçma ve altı boş bi sağlamcılık bu!!!!
Hele ki Türkiye’de:
Bugün olan işin yarın yok, bugün çalıştığın sınav yarın yok, bugün telefonla konuştuğun evladın yarın şehit, bugün üzerine bastığın ayağın yarın yanlış tedavi sebebiyle yok, bugün aynadıki yüzün yarın terör kurbanı, bugün aldığın ödül yarın karalama kampanyası, bugün devlet memuru yarın terörist olabildiğin; devamlı evrilebildiğin bir ülkede ne planı afedersiniz…
Coğrafyanı, ülkeni, dinini, dilini, aileni seçemiyorken yatağı belli bir derede yüzme bilmeden başlayan su sporları kariyerinde ailenle birlikte onların gösterdiği amaçla yola devam ederken çoğu zaman kabuğunu kırmak bile olasılık dışıyken ne planı yahu….
Yaşayın içinizden geldiği gibi…
Sonra şunu yapmak istiyordu, şuraya gitmek istiyordu, falan filan ağıt yakıyoruz….
Hayatınızın yüklemini şimdiki zamanın hikayesinin birinci tekil zamirinde çekmeyin, çekilmesine müsade etmeyin….
Hele bu ülkede asla!!!!
Anladığın kadar özgürsün!!!!
Heder Ettik Vesselam
March 13, 2018
Ziyan etmeyiz biz….
Toplum olarak tüm öğretilerimiz bu yöndedir. Mutfaklarımızda yemeklerimiz ziyan olmasın diye ayrı bir ihtimam gösteririz. Dünden kalan yemek yetsin diye yanına pilav, makarna veya çorba yaparız ki az kalan yemek tüm aileyi doyursun da ziyan olmasın. Kalan yemekleri saklamak için küçük, ağzı kapaklı kaplar alırız ki nefasetini kaybetmesin. Eşleri ölen kadınlar tencerelerini küçükleriyle değiştirir, eli aza gitmez çünkü, alışmış bir kere çok kişiye pişirmeye; tencereleri değiştirir de ziyan olmaz yemekler. Bozulmaya yüz tutan peynirleri hemen peynirli bir börekle kaldırırız ortadan. Bal, reçel kavanozlarını, ketçap şişelerini dibi gelince bir kaba ters çeviririz de hepsi aksın kaşıklayalım, boşa gitmesin deriz. Salça kavanozuna sıcak su koyup bi çalkalarız dibinde kalanla bir tencere yemek daha çıkarırız. Bayat ekmeklerden yapılan yemeğimiz bile vardır bizim. Ha olmadı köfte harcına koyarız. Tabaktaki yemeğimizi ekmekle sıyırırız, susamları elimizle toplarız.
İyice küçülen sabunu yeni sabuna yapıştırız illa ki. Deterjanların, şampuanların vb ambalajların dibini suyla buluşturup kullanmadan atmayız. Tüp kremlerin içinde daha çok olduğunu bildiğimizden makasla keseriz de kullanırız. Odadan çıkarken ışığımızı mutlaka kapatırız. Bizim neslin öyle ışıkta uyuma gibi alışkanlığı da pek yoktur. Çünkü o mevzunun lüzumsuz olduğu hususunda eğitilmişizdir. Eskiyen tüm atletlerimiz ve kullanılamayacak durumda olan tüm havlularımız temizlik bezi olur bizim. Küçüklük giysilerimiz kim bilir kaç çocuk büyütmüştür. Dedim ya biz ziyan etmeyiz….
Etmezdik!!!!
Bu kadar ince detaylara dikkat eden toplumun bireyleri bugün birbirini ziyan ediyor. Hiç düşünmeden, hiç vicdanı sızlamadan harcıyor, ziyan ediyor. Empati yetisinden bu kadar yoksun olmayı iyice düstur edinen toplum bireyleri birbirini ziyan ediyor, hiç ihtiyacı yokmuş gibi. Sebep de benim gibi değil…. O bizden değil…
Bu kadar ucuz ve vasat bir sebepten ilişkileri, insanları, çocuklarımızı hiç düşünmeden ziyan ediyoruz bir kalemde. En çok kullanılan özne “biz” ve “onlar”…
“Onlar” hep ne düğü belirsiz bir topluluk. Onlar öldürülse de, kazada ölse de, terör olayına maruz kalsa da, tecavüze de uğrasa hep ama hep suçlu. Bir türlü suçtan, sorumluluktan kurtulamıyor şu “onlar” . Onların taptığı, inandığı, yaptığı savunduğu doğru olmadığı için her şey müstahak onlara. Bir de üstüne parası varsa onların; tamam bitti, ölse rahmet okunmaz öyle yani… Döl israfı onlar: olmasa da olur, hatta daha iyi olur….
Evet, hep ziyan ediyoruz onları. Herkes kurulmuş koltuğuna “onlar” suçlu, sorumlu…
Bir de bu onların başına gelene üzülmek almaz. Bizim milletimizin artık öldürülen asker öğrenciye, kim vurduya giden sade vatandaşa, ölü bulunan cinsel tercihi farklı bir vatandaşa, savaşta(!!) şehit edilen gencecik insanlara, kumpaslarla işlerinden olan insanlara, hapiste olan insanlara, intihar eden askere, atanamayan öğretmene, tecavüz edilen insanlara, hayvanlara, vb bir çok yitik hayatlara aynı anda üzülmek gibi bir şansı yok artık. Ziyan edildi bu bakış, bu kalp, bu ortak akıl….
Hani ziyan etmiyorduk ya çok acıdır ki birbirimizi ziyan ettik, ötekileştirerek….
Heder ettik insanlığımızı…
Taraf tutmayan bertaraf olur safsatasına sırtımızı ve ruhumuzu dayayarak ziyan ettik birbirimizi. En sonunda bir Allah rahmet eylesin cümlesini çok gördük ölenlerimize….
Yazık, çok yazık!!!
Anladığın kadar özgürsün!!!
KADIN
March 3, 2018
Kadın…
Bu konuda o kadar çok tevatür var ki aklınız durur. Bir kadın olarak benim bile hayretle inanamadığım bir çok saçmalığı içinde barındırıyor Anadolu.
Aslında Türklerde kadın başka bir yerde, baş köşede, yönetimde en basiti,ki pek basit değildir, ev yönetiminde büyük söz sahibi. Hani ben sizin Han’ınızım ya karım da benim Han’ım diyen atalarımızdan kalan Hanım kelimesine evrilen Kadın anladığımız kadarıyla saygılı bir konuma sahip. O zamanlar, kimse cinsiyetlerini küçümsemek adına “kısmı” kelimesiyle birlikte anmıyor isimlerini. Daha kimse saçlarının uzun ma akıllarının kısa olduğunu falan iddia etmemiş. Hiç kimse daha onları kaşık düşmanı ilan etmemiş. Karnındaki sıpa ve sırtındaki sopa ile de öyle aman aman kimse daha pek ilgilenmiyor.
Siniriniz bozuldu mu?
Benim bozuldu!!!
Rezilliğe bak…
Deyimlere, atasözlerine bak…
Kadın kısmı ‘az’ olacak hep. Her yaptığı şeyi ‘az’ yapacak. Az yiyecek, az konuşacak, az karışacak, az soracak, az harcayacak, az gezecek, az makyaj yapacak, az giyecek (burdaki az çok fazla kıyafeti olmayacak anlamında, yoksa ….), fikrini az beyan edecek, zaten fikri olmazsa daha iyi…
Ha bir de ‘az’ gülecek…
Bu çok önemli, çokça gülmek ‘hafif meşreplik’ ( bu kelimeye dayanamıyorum, tüm tüylerim diken diken oluyor) emaresi.
Kahkaha falan, o artık kesin kanıt!!!
Her şeyi az yapacak kadın…
Ha bir de kendini akıllı ve edepli zanneden bir kesim Bayan der bize. Cinsel münasebet yaşamış feminen varlık anlamında kullanıldığa o kadar kani olmuş ki “kadın” kelimesinin kullanmayı ar sayar. Edepli edepli Bayan der. Bunun bir de İngilizce Mr. Ve Mrs. Kısaltmalarından geldiğini iddia eder ki o daha da vahim. Eğer oradan geliyorsa kullanımların Beyefendi ve Hanımefendi olur: Bayan ne ayak?
Kadının çok olması bir tek gebelikte istenir. O çok olmalı bak…
Çünkü o da tek başına değil. Diğer cinsin dahli var da ondan. Yine çok olunacak, ataerkiliz ya onlar çok olacak böylelikle.
Tacizi, tecavüzü, şiddeti, sözlü yıpratmayı, işyerlerinde mobingi falan hiç açmayalım, çıkamayız…
“Kadın” kelimesinin bir de sıfat hali var ki tam bir ‘African American’ kullanımı. Yani demem o ki aslında üstü kapalı aşağılama, zenci olmayan Americanlara ‘White American” denmiyor ama African American deniyor. Bilinçaltında irdeleyip, küçümsüyor; benimsemiyor.
Aynı bu durum bizde de var: kadın yönetici, kadın şoför, kadın müdür, kadın başhekim, kadın hakim…. Hatta kimilerinde cinsiyet ekleri bile var: Müdüre, Hakime gibi….
Bırakın bizi bilinçaltlarınızda oraya buraya koymayı, ittirmeyi, ötekileştirmeyi…
Beraber yaşarsak, beraber olursak yaşam güzel….
Cinsiyetçi dil kullanmayın, aşılamayın, öğretmeyin.. Cinsiyet yanlısı değil, insan yanlısı olun…
Hepimiz önce insanız….
Unutmayın…
Anladığın kadar özgürsün!!!!