WHAT WE THINK WE BECOME…
January 30, 2012
O çok hırslı ve güçlü bir kadın; dünya ve İngiliz tarihinin en önemli kilometre taşlarından biri O. Ruslar’ın mahlas takma başarısını gösterip ” DEMİR LEYDİ – IRON LADY” adını taktığı ve – bence çok münasip bir ad olmuş – harika bir hırsa ve güce sahip muazzam bir kadın O. Tabiri caizse o bir ” A woman with balls…..” Ticaretle uğraşan, tüm aile bireylerinin çalıştığı ; her şeye çalışarak ve üreterek sahip olan bir ailenin kızı Margaret, azimli ve çalışkan bir genç Avrupa’lı O. Aslında o bir muhafazakar. Ve bu partiden 1979 – 1990 yılları arasında İngiltere’nin Başbakanı, bence bu yetisini, yani siyasete yatkınlığı babasının yerel siyasetle ilgilenmesiyle alevlenmiş ve bir daha hiç sönmemiş. En yakın çalışma arkadaşını suikastta yitirmiş ve 12 Ekim 1984 günü kendisine suikast düzenlenmek istenecek kadar güçlü ve tabi ki sevilmeyen bir siyasetçi O. Aşk evliliği yapmış Denis Thatcher ile ve bu evlilikten biri kız biri erkek iki evlat sahibi olmuş. Değişik bir Muhafazakar Thatcher. Eşcinsellere karşı değil ayrıca kürtaja da karşı çıkmıyor. Dedim ya güçlü ve güçlü olduğunu farkında bir kadın Margaret….
2011 yapımı ”The Iron Lady” ‘nin yönetmen koltuğunda bir kadın oturuyor: Phyllida Lloyd… Kadın gözüyle, aşk gözüyle daha çok iç dünyasının gözüyle anlatıyor bize Thacher’i…. Yaşlılık dönemiyle iç içe anlattığı geçmişi çok hoş harmanlamış bence senaryonun içinde…. Geçmişten sekansları şimdiki zamanda hatıra olarak kullanıp git gellerle çekiyor sizi içine film….
Etkileniyorsunuz çünkü Thatcher’i Merlly Streep canlandırıyor. Fakat canlandırıyor dersem eğer haksızlık etmiş olurum alenen çünkü Streep, bu film boyunca Margaret Thatcher olmuş…. Kanımca oynamaktan çok daha fazlasını yapmış, O olmuş bizzat…. Makyaj ve kostüm yönetimi filmle bütünleşmiş; herhangi bir sırıtma yok bu konuda da…. Streep vücut dilini de çok rahat ve anlaşılır kullanmış film boyunca ve dedim ya film bir kadın filmi diye üstüne basa basa durduğu bir durum var Lloyd’in, ” Margaret neler hissediyor ve neler hissetmiş geçmişte.” Film aslen bu çerçevede dönüyor; ruh durumu neydi ve neden o kararı verdi ve verirken neler hissetti…. Neden gözleri doldu? Eşinin ölümü ile ilgili neler var kafasında? Çocuklarına nasıl davranmış? Erkek dünyası olan siyasette o kadar maskülen düşünceyle nasıl savaşmış? Karar almak O’nun için kolay mıydı? Alıcının bu soruları sormasını ve hepsinin cevabını bulmasına yardım ediyor yönetmen…. Bu soruları sorarken ve cevaplarını verirken can alıcı cümlelerle karşılaşıyorsunuz ve koltuğunuza çivileniyorsunuz: ”It used to be about trying to do something. Now it’s about trying to be someone. ” ( Eskiden bir şey yapmak için uğraşılırdı şimdi ise bir şey olmak için uğraşılıyor.) Sizi bilmem ama bence bu şu anda müzmin hastalığımız …. En can alıcı konuşmalarından biri ve bana kalırsa en vurucusunu doktor kontrolünde yapıyor. Hissetmekten ziyade düşünmenin mühim olduğunu vurgulayarak başladığı konuşmasını şöyle devam ettiriyor ve bu sözlerin üstüne daha fazla ne yazabilirsiniz ne de konuşabilrsiniz….
”Watch your thoughts for they become words. Watch your words for they become actions. Watch your actions for they become habits. Watch your habits, for they become your character. And watch your character, for it becomes your destiny! What we think we become. ”
SİNEMAYLA KALIN…..
ÜÇ NOKTA
January 29, 2012
İnsanları bilmem ama benim pilim varmış; ve de bitmiş….. Heyt be hakikaten pilim bitmiş. Yaklaşık on gündür tatildeyim ama bir türlü şarj edemedim şu pili. Sevdiğim bütün şeyleri üst üste yaptım. Filmler seyrettim kahve içerek, kitap okudum, geç yattım, evin işini salıverdim, bakmadım hiç bir şeye ama mutlu olmadım. Olamadım…. Üstümü değiştirmiyorum, gerekirse tuvalete gidiyorum, sadece temel ihtiyaçlarımı karşılamak için yemek yiyorum. Hatta yemek yemenin zevkini unutmuşum çok yeyip midemin ağrımasına sebep oluyorum. Evde kendimi misafir gibi hissediyorum, bu akşam Barış yemek hazırladı, gayet başarılıydı. Ama çok yemişim, fazla oldu….
Üzerimde yeşil hırkam var Mecnun misali; o hırkayı depresyon hırkası ilan ettim bu gün itibariyle; hani ”Leyla ile Mecnun” dizisinde Mecnun da var ya depresyon hırkası…. Bir de dede bulabilirsem kendime tamamlayacağım depresyon resmini pek güzel…. Asasını sallaya sallaya bana hayatın gerçeklerinden bahsedecek şöyle ağdalı ağdalı ”Herkesin kimseye göstermediği bir yarası vardır!!!!!!” diye ve içimi rahatlatacak…herkesin bir yara izi vardır ( Leyla İle Mecnun)
Bir de duydum ki depresyon bir şeylerden vazgeçince ortaya çıkarmış. Ben neyden ya da nelerden vazgeçtim acaba….. Bilmiyorum; inanaın nelerden vazgeçtiğimi falan bilmiyorum. Bilmek falan da istemiyorum tek bildiğim şu aralar heves etmekten vazgeçtiğim. Evet depresyonun tanımı bu bence en azından benim kendime göre tanımım var : HEVES ETMEYE BİLE HEVESİM YOK….
Bununla birlikte sürekli düşündüğümü farkettim; evet ha babam düşününüyorum…. Neyi mi? Yapmam gerekenleri, ama yapmak istemediklerimi; sürekli plan halinde kafam : Şunu bitir, şunu topla, şunu düzenle, şunu getir…… Bu da beni inanamayacağınız kadar rahatsız ediyor. Sanki kafamda benden izinsiz konuşan bir öğrenci var; söz almadan sürekli konuşuyor….. Neyse işte Hacı; hal böyleyken böyle….. Benim depresyonum da böyle…. Bir sabah kalkacağım ve hiç bir şeyim kalmamış olacak biliyorum; nasıl mı biliyorum? Aslında bilmiyorum sadece umuyorum…. Umduğum sürece de bu bünyenin bunu başaracağını biliyorum…. Çünkü hala film seyredebiliyorum; onu yapabildiğim sürece bir sorun yok gibi geliyor bana bir de yazabiliyorum…. Kelimelerle ve görüntülerle bağımı daha koparmadım…. Bu iyiye işaret herhalde…. Ama isterdim İsmail Abi gibi bir karakter yanımda hayal de olsa….. O zaman hayal edelim; hayallerde özgürüz sonuna kadar….
DEPRESYON DA NEYMİŞ….
ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….