BAZEN

June 9, 2011

Bazen by NevBazen ne yapsan ne etsen de güneş doğmaz sana kimi günler……BAZEN

Zaten doğsa da farketmez ne içini ısıtır ne de seni… Birden her şey kapkara görünür gözüne, gönlüne. Herkes düşman görünür kalbine. Kimseyi görmek, kimseyle hasbehal etmek, kimsenin gözünün içine bakmak falan istemezsin. İşte öyle günlerde en zorudur yataktan çıkmak…. Yataktaki örtün kabuğun olmuştur ve onu kırmak arzusu içinde değilsindir. En zorudur oradan ayrılmak zorunda olmak…. Hele de ayrılmak, davasını kaybeden savaşçı misali depresif eder insanı.

 

 

Kimi zaman sakladıklarını çıkarır küçük kutu – Beyin- ,sandığı tekrar açar… Eski defterleri karıştırır; tozlu sayfalarda – sanki o defteri yazan sen değilmişsin gibi – bir yığın yeni (!!!!!!!!!!!!!!!!!!) düşünce görürsün… Aslında yeni olmayan ama eski de olmayan bir yığın uçuşan , cümle olmayı başaramamış, kendi halinde zararsız birlikteyken acıtan kelime…… Biri gelir saplanır ya kalbine, ya beynine ya da ruhuna… İçin karışır, miden bulanır, tüylerin diken diken olur. İşte tam da bu anda herkes bir çıkış yolu arar kendince. Ve de çoğu zaman bulur…

BAZENBen içerim böyle anlarda…. Evet, içerim; gözümden yaş gelene kadar içerim. Ağlayarak içerim, içerek ağlarım. Konuşmayan gecelerde konuşurum geceyle; üstü üste eklerim sancılarımı ve konuşurum…. Herhangi bir şeyi değiştirir mi bu?    HAYIR…..  Zaten insanoğlu belki de çözümsüzlüktan içer. Kim bilir?   Bu sırada akıp giden hayat aksar, bırakırsın her şeyi…. Öylece oturmak, yatmak, yorganı kafana çekip uyumak, anlamadan bakmak, düşünmemek istersin…. Yani aslında hiç bir şey istemezsin… Ama geçer bu durum… Eğer biraz kendini seviyorsan geçmeli bu durum değil mi?

Geçmezse depresyona dönüşür muhtemelen… Bu güne kadar bendekiler hep geçti. Lakin bunu sebebini biliyorum ben zaten hali hazırda deliyim….Bu yüzden depresyon bana lüks… Delilik zuhur etmiş depresyona ne hacet?

OMUZLARIMDA ÖLÜM

May 12, 2011

OMUZLARIMDA  ÖLÜM Ölüm….

Çok düşünürüz onun hakkında; gece gündüz hep aklımızın bir ucunda kötü bir ur gibi gün geçtikçe büyüyen…. Herkese er geç uğrar bu fikr-i hassasiyet; istinasız uğramadığı es geçtiği herhangi bir adem yoktur ki ölümü yaşarken tecrübe etmemiş… Zaten en esaslısı yaşarken hissedilen ölümdür; senin bizzat ölümünün  senin için çok fazla bir anlamı yoktur… Ama canlarından, hayatının önemli kişiliklerinden birinin senden ölümle uzaklaşması vardır ya ‘Ölüm’ gerçekliğiyle soğuk soğuk muhattap olduğun o an; işte o an tek sorduğun soru ‘Neden?’…. Neden yaşıyoruz ölmek için mi? Ne kadar adil? Adalet bu mu? Bu mudur dünyanın adaleti…. Her selada içimizin acıdığını ve aklımızdan genç miydi?, acaba hasta mıydı? gibi sorular sorduğumuzu biliriz değil mi? Çünkü yaşayanların ölüme bir sebep bulmaları onların yaşam sağlığı için gerek şarttır…. Ölümün bir sebebi olur, olmalıdır…. Yoksa neden ölsün ki insan?  Değil mi?

OMUZLARIMDA  ÖLÜM Bir Ekim sabahıydı… Ben babamı, Pehlivan’ı gönderdim öbür dünyaya… Sebep mi? Kanserdi… Mide kanseriydi; bir buçuk sene savaşabildi. Yenilmeyeceğini söyleye söyleye gitti. Ben ilk kez o kadar yakın plan karşılaştım ölümle. Ne mi hissettim? O kadar tuhaf bir o kadar da karmaşık duygular hissettim ki toparlarken bile eksik bırakmaktan korkuyorsun onları. Çünkü hayatın boyunca seni asla ve asla bırakmayacak bir duygu seli o…. Anne ve babasından birini kaybetmeyenin kesinlikle anlayamayacağı garip, birbiriyle çelişkili, kimi zaman neler düşünüyorum ben dedirtecek kadar bencil olabilen, kimi zaman da ipi sapı olmayan git gelli bir dünya düşünce…. Ağlama veya gülme krizleriyle kesilen, gece rüyalarda sana asla bakmayan rahmetli anne veyahut baba… Ter içinde uyandığın gecelerde bu rüyayla bana ne demek istedi diye sabaha kadar gözünü kıpmadığın geceler….OMUZLARIMDA  ÖLÜM En kötüsü defnettiğin gündür; onu son kez gördüğün, gasilhanede üzerine su tutarak her şey için teşekkür ettiğin ve vedalaştığın gündür…. Toprağa verdikten sonra ilk yağmurda ağlarsın ıslanıyor diye ; ilk karda ağlarsın üşüyor diye; eve gelirsin saatini görürsün ağlarsın;  banyoda lifinde kılını görürsün ağlarsın… İnsan kıla bakıp ağlar mı demeyin…. Ben ağladım…. Allah allah o gitti kılı kaldı diye hem de hüngür hüngür… Garip değil mi?  Evet, kabul ediyorum garip ama ölümün kendi zaten fazlasıyla garip….

Tarif et derseniz ölümü; öyle tumturaklı bir tarifim falan yok… Ölüm bir yok oluş, varken kayboluş… Sevdiğim bir yakınım Babam için  ‘Ölmedi; O misyonunu tamamladı ve bu dünyadan ayrıldı.’ demişti; kim bilir belki de haklıydı…. Babama sorardım yorulunca ‘Baba, bu işler hiç bitmez mi?’ diye… ‘Biter kızım, bir gün biter, bittiğinde anlarsın!’ dediydi. İşte O’nun bu dünyada işleri bitti…. O kadar canlı bir insandı ki öbür tarafta da kesin yoğundur…

OMUZLARIMDA  ÖLÜM

O gidince hayatımdan; 5 Ekim 2007 günü omuzlarıma bir çocuk oturdu. Esmer ağır bir çocuk, nedendir bilmem erkek bir çocuk ve elinde elma şekeri var…. Ben babamı kaybettiğim gün oturdu omuzlarıma; bacaklarını omuzlarımdan sallandırarak oturuyor orda…. Kimi zaman çok ağırlaşıyor; kimi zaman da hafif; ama hep orda… O gün bu gün çık kalkmadı omuzlarımdan… Hiç konuşmaz bu esmer çocuk; yüzünde her daim anlamsız ve gülünç bir hüzün taşır; elma şekerinin de bittiği hiç vaki değildir… Ama biliyorum ki o elma şekeri sadece ve sadece Melike’nin…. Bakın insan ölüme bile aidiyet duygusuyla bağlanabiliyor… Zaten her şey ve her duygu gibi ölüm de senin olunca gerçek belki de…. Evet ya… Ölüm de bizim yaşam da… Bence ölümü sahiplenebilmenin tek yoludur yaşam….  O zaman hadi bekletmeyin yaşamı, bu yüzden değil midir herkes ölümün ardından ‘Başın sağolsun….’ der , der ki unutmayasın sen kendi başının sağ olduğunu ve nefese ihtiyacın olduğunu….

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….


HENÜZ 25

May 5, 2011

Bu gün çok içim acıdı; iliklerim sızladı duyduklarıma o kadar üzüldüm ki 25 yaşında hayat dolu, eli yüzü düzgün güzel mi güzel bir kadın kendini hiç bir işe yaramaz hissettiğinden bahsetti bana…. Yaş 25…. İnsanın kendini işe yaramaz hissetmesi ve hayata arkasını dönmesi mümkün mü?  Olmuş işte… Her istediğinin olduğunu, elini sıcak sudan soğuk suya sokmadığını anlıyorsun konuşmalarından, hali vakti yerinde bir hayat sürdüğünü ama yine de mutlu olmadığını …. Bir şey yapmak, ortaya gururlanacağı ve  ‘Bunu ben yaptım, bu benim eserim….’ diyerek kendini ifade edecek bir şey yapmak istiyordu… Ama hevesi çok kırıktı…. Tabi şartlarını benden daha iyi biliyordu benim O’nu anlamam için onun ayakkabılarıyla en az iki gün dolaşmam gerek şarttı; bunu çok iyi biliyorum…. HENÜZ 25Beni üzen 25 yaşında, dünyanın en güçlü yaratığı genç ve her şeye muktedir bir kadınının böyle hissetmesiydi… Bulunduğumuz mekanı onunla terk etmek ve ona gücümün yettiğince yardım etmek istedim…. Onun kendini, hayatını yeniden sevmesini sağlamamız gerekti…. Çünkü O güzel kadının öyle hissetmesinde en az onun kadar suçludur bu toplum…. Kim bilir ne oldu, nasıl oldu da gencecik yaşında ‘İşe yaramaz hissediyorum kendimi; ne işe yarıyorum ki…..’ cümleleri ağzından bir çırpıda dökülebiliyordu…. Anneydi bu kadın; anne olmaktan mutluydu…. Ama gençti O…. Anne olsa da gençti ve bir işe yaramayacağı kendine inandırdığı kocaman bir yalandı… Ama bunu O’na anlatmaya çalıştığınızda O’na dayatılan ve koşulsuz inandığı sebeplere çarpıyordunuz bir bir…. Ben umudumu kaybetmedim; bir gün silkeleyecek kendini ve yapmaktan zevk alacağı, kendini ifade etmekten mutlu olacağı bir destek bulacak hayata karşı…. Yapmama ihtimali yok; inanmıyorum O daha çok genç; bir çok işe yarayacak kadar genç…. Bu yaşta sadece anne olmasına ve elinde sadece bunu tutarak mutlu olmasına imkan yok… Zaten hiç bir akıllı kadının sadece anne olarak mutlu olmasına imkan yok; anne olmak çok ayrı bir meziyet çok kutsal bir meziyet tamam ama yaşamdan maksimum zevk almak ve ben yaşamımdan çok hoşnutum diyebilmeniz için bir takım şeylere yaradığınızı hissetmeniz gerek ki önce siz; sizinle mutlu olun sonra aileniz….

 

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….

BİR AN ÖNCE BAŞLA….

SANCI

May 2, 2011

SANCIAğrı değildir sancı.

Ağrı kadar hafif değildir, basit bir ağrı kesici olamaz çözümü; herkes bilir sancının daha tumturaklı bir süreç olduğunu…Evet süreçtir sancı, bazen ömür boyu sürebilen bir süreçtir. Kimi sancılar geçmez, geçemez; kim bilir belki de geçmesi çok makbul değildir. Her daim dinç ve şiddetli olması seni hayata bağlayan yegane etmendir. Şikayet edersin genelde ama bir gün kalbine o sancıyı hissetmezsen telaşlanırsın… Korkarsın…. Neden orada değildir sancı? Yok olmuş mudur? Madem yok olabiliyordu da neden o kadar sancıdı diye sorar durursunuz…. Halbuki yok olmamıştır. Yeni formu budur sancının…. Mütemadiyen olur sancı her ferdin hayatında… Yapmamız gereken ilk ve bana kalırsa tek sağlıklı hareket sancının varlığını, gerçekliliğini ve yaşaması gerektiğini kabul etmektir…. Sancı yaşamalıdır…. Evet, senin nefesinde, bakışında, tavrında, kaleminde yaşamalıdır sancı… Onun varlığını ve yaşaması gerektiğini bilmeli ve buna izin vermelisin….Sancını kabullen ve sev… Sancının seni daha da ağrıtmasına izin verme… Unutma o senin… Sen onun değilsin….

SANCIBazen de sancılar hastalıklıdır. En şizofrenik ve yaşanıması en zor sancılar bunlardır. Bu sancılar sadece kendisinin üstesinden gelebileceğine inandığı adem oğlunu bulurlar. Hastalıklı sancıyla yaşayabilmek için yarı deli bir akıllı olman şarttır… Nasıl mı?  Herkes zaten akıllı da zor olan deli olmak…. Çünkü bunun ilk şartı deliliği kabul etmektir… Mesela ben deliyim… Evet… Bu bir itiraf falan değil… Uzun zamandır biliyorum bunu ben…. Ve inanıyorum ki bu sancının sonunda dünyaya bir çocuk getirmek için deli olmak şart…. Her sancıdan çocuk olmaz ama; bazı sancılar hep zihninde ve kalbinde yaşar. Bırak rahatsız olma; olmamaya gayret et…. Kabul et onun varlığını… O sancı senin gerçeğin… O bir problem değil; o bir organizma ve orada seninle yaşayacak…. O bir hastalık değil ki ilk bakışta öyle  görülür… Hasta olduğunuzu ve iyileşeceğinizi düşünürsünüz…. Ama kazın ayağı o kadar kolay değildir…. Sancımanız gerekir…. Onu kabulllenmeniz, onunla konuşmanız, içip içip dertleşmeniz şarttır… O artık sizindir ve öyle kalacaktır… Büyük resmin, büyük yapbozun en mühim parçasıdır…. Ve doğru yere yerleştirdiğiniz an sonsuz huzura ereceğiniz kocaman bir parça…. Bu yazıyı ben o kadar farklı sancılarımı düşünerek yazdım ama eminim ki siz okurken benimkilerinin ucundan kıyısından geçmeyen sancılar düşüneceksiniz….. Evet, sancı basit değildir öyle ağrı gibi ve aynı delilik gibi çok kişiseldir….

ŞEREFİNE SANCILARIM….

İYİ Kİ VARSINIZ….

SİZİ SEVMEYİ SEVİYORUM….

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….

BİR AN ÖNCE BAŞLA….

SEN GİDİNCE AĞLARIM…

April 21, 2011

Birisi, herhangi birisi, kim olduğu farketmez size sımsıkı sarılıp da gözleri dolu dolu olduğunda tek istediğiniz hıçkıra hıçkıra ağlamaktır. Ondan ziyade siz ağlamak istersiniz can hıraş….

Çünkü o anda sizden tek istediği derdini dert bilmenizdir en azından. Gözlerine bakmak ve hiç bir şeyin üzülmeye değmeyeceğini sizin ağzınızdan duymak ister. Bu iş için özel seçilmişsinizdir ve bu işin sorumluluğu büyüktür. Doğruyu söylemek ve onu huzurlu kılmak gibi bir sorumluluğunuz vardır. Siz, o size sarıldığında seçilmişsinizdir. Özel bir seçimdir bu. Tahmin edersiniz ki herkes herkese sarılarak bu mühim görevi bahşetmez. İnsan sarılmak istediğine ve ona sarıldığında güzel duygular hissedeceğinden emin olduğu insanlara sarılır. İnsan sıcağa sarılır…. İnsan güvene sarılır….. İnsan ışığa sarılır, güneşe sarılır gözlerinde yaşlarla…. Ona ağlamamasını her şeyin çok güzel olacağını söylemek gibi yerine getirilecek çok önemli bir misyondur bu ki buna ilk önce sizin inanmanız gerek…. İnanmadan söylerseniz bu da gözlerinden yansır ve siz güvenilen, seçilen omuz olarak faka basarsınız…. İşte bu sebepten birisi sizi ışığı ya da güneşi olarak seçtiyse bu ehemmiyetli görevi yerine getirmek için ne kadar gücünüz varsa kullanmanız gerekebilir…

Öncelikle sımsıkı hem de sımsıkı sarılmanız ve bütün sıcaklığınızı onun bünyesine aktarmanız şarttır. Hem de sımsıkı… Kesinlikle bir daha asla çözülemeyecek gibi bağlamanız gerekir ona ki duygularınızın gerçek ötesi olduğunu hissettirmeniz kolay olsun…. Ama o sizi bıraktıktan sonra ağlamanız gerek şarttır. O size sarıldığına gülümsemeniz asla ve asla ağlamamanız gerekir. Ziyadesiyle fazla ağlamak arzusunu çok iyi bilirim ama bu ancak o sizi bıraktıktan sonra yapılabilir. Neden mi? Siz ağlamamasını sağlamak için seçilmişsinizir ondan evvel koyuverirseniz kendinizi asla ondan o kötücül enerjiyi alamazsınız…. Sabredip sonra ağlamaya koyulmalısınız….. Yani üzülme, ağlama değmez mesajı ağlayarak verilmez; değil mi?

Bu aynen sevgiliye son sarılış gibidir… Uzun, anlamlı, sürekli, dolu ve sonsuz…. SONDUR AMA SONSUZDUR…. Bu duyguyu vermek elzemdir kollarınız arasındaki sizi sığınak olarak seçmiş gönüle; bu seçimin boş olmadığını anlatmak en temel sorumluluktur bu anda… O bilerek ya da bilmeyerek ama enin olun isteyerek sizin omzunuzu seçmiştir. İşte bu yüzden yardım et bana diye haykıran gözlerle omzunuza yatan ve sizi sımsıkı saran bir insan asla geri çevrilmez. En azından bu benim kitabımda yazmaz… YAZAMAZ…

 

ANLADSEN GİDİNCE AĞLARIM...IĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….

 

MEDENİ OLMAK!!!

April 16, 2011

Normal nedir?


Arada sırada hepimiz düşünmüşüzdür. Cevabı kimi zaman zor kimi zaman da çok kolay olan bu soru çok sıklıkla zorlar adem oğlunun zihnini. Genelde de toplumun büyük bir bölümü tarafından kabul gören hal ve tavırlar ve bunu gösteren insanlara denir. Eğer bu tanım göz önünde bulundurulursa normal mi çok anormal mi? Herkesin kendine göre doğruları ve yanlışları yok mu? Eeee… Sonuçta herkesin kendi doğruları olduğuna göre her bireyin de kendine has normalleri olmaz mı? Sonuçta normal kişiseldir ve münferittir. Ne olacak şimdi? O kadar yargısız infaz ettik ki o kadar adam astık ki normal değil diye… Kim verecek onların hesabını? Kim verecek sırf eşcinsel diye Yozgat’ta döve döve öldürülen iki çocuk babası genç adamın hesabını; kim verecek sadece komşuya gitti diye ağzı burnu dağıtılan genç kızların hesabını; kim verecek sadece daha rahat bir kişilik olduğu için maruz kaldığı muamelenin hesabını…. Onların da normali oydu…. Size ne oldu da karıştınız…. Niye onları eleştirmek ve cezalandırmak gibi bir misyonunuz olduğu hissiyatına kapıldınız? Size kim verdi bu hakkı? Siz kimsiniz?

 

Hiç bir zaman başaramadık beni ilgilendirmez demeyi; illa her şeye ve herkese burnumuzu soktuk. ‘Aaaaaa, bu yaptığı hiç normal mi? diye önce ateşi yaktık sonra da verdik odunu daha da harlansın diye…. Diyemedik ki o da onun normali ve yaşam tarzı beni ilgilendirmez…. İçimizdeki kurt yedi bitirdi bizi: ‘Aaaaaaaaa…. Bu yaptığı hiç normal değil….Ama…. İşte normal nedir?  Ve kimin normali daha normaldir?  Başta demedik mi normal olmak kişiseldir diye; ve buna inanıyorum normallik kişiseldir, insanın yaşadığı tarza ve hayata göre değişiklik gösterir. İşte tam da bu sebepten de sizi ilgilendirmez… Anlamadığınız, bilmediğiniz ve içinde bulunmadığımız herhangi bir durumu ya da kişiyi size göre normal değil diye horlamak, ittirrmek, kaktırmak, görmezden gelmek, insani ilişkiyi kesmek, canını yakmak hatta canına kast etmek olacak iş mi?  Mantıklı mı? Normal mi?

İşte bu soru size sorulduğu zaman başka bir normal geliyor insanın aklına…. Evrensel normal: MEDENİ OLMAK İNSANI SEVMEKLE VE ANLAMAK LA BAŞLAR…..

 

O yüzden bırakın bu normal ayaklarını, hiç birimiz normal değiliz…. Yok birbirimizden farkımız…. Mesala en anormaliniz benim….

 

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….

 

 

 

April 9, 2011

ben sana sevmenin ne demek olduğunu öğrettim sende bana
seni sevmenin ne kadar yanlış olduğunu
şimdi sırada gitmek var.
yüreğimde kalan emanet sevgini vererek çıkacağım hayatından.
ve nasıl girdiysem yalan gözlerine öylece akıp gideceğim.
bir kaç damla gözyaşıyla birlikte yanaklarından süzülüp dudaklarında son bulacağım.
hani herşeyin başladığı yerde.
şimdi sırada susmak var.
şiir bitince başlayacak sessizliğim.
duymayacaksın bir daha “seni seviyorum” sözünü benden.
bir başkasının söylediği en güzel söz bile titretemez yüreğini bundan sonra.
ve hiçbir şeyin değerini kavrayamaz benliğin ben sustukça.
suskunluğum saklıdır.
ihanetinin suçlusu olan “dilinde” hani bana herşeyim dediğin yani yalanlarınla yaraladığın yerde.
şimdi sırada gülmek var…
gözyaşıyla geçen yıllara inat gülmek.
yağmurlarla yarışmaktan vazgeçmek.
ama ben sende unuttum gülüşümü.
girişinde parkı olan şehirlerde kaldı tüm sevinçlerim.
çokça aşk.. özlem… isyanlar ve gözyaşı. işte sana gençliğim.
oysa ki herşey güzeldi bir zaman.
adam gibi ağlamak bile koymuyordu. bugünkü sahte gülüşler kadar
şimdi sırada isyan var.
“sonsuza dek ” diyen dillere aşkın gücüyle aşılan yollara.
kollarımda beklerken ellerde gördüğüm sahte yüreklere.
ve bana hatırla diye bıraktığın geceler..
isyan nerde başlar bilir misin sen?
sevgiyle çarpan kalbin ihanetle durduğu yerde.
şimdi sırada maziyi gömmek var.
sonu hüsranla biten seneleri.
hepsi seninle yaşanmıştı.
mevsimlerin bir tadı vardı eskiden.
seni bana sevdiren yüzündeki imkansızlıktı.
mutluluk mu? uzun zamandır uğramadı…
çünkü o uzakta ki bir şehrin tozlu kaldımlarında kaldı.
şimdi sırada özlemek var.
huzurla geçen yılları.
yalansızdolansız tüm saflığımla kollarında uyanmak istediğim sabahları.
geceleri uyurken hayalimde duran sıcaklığı özlemek.
o sıcaklık şimdi resimlerin hatırlattığı anılarda saklı.
şimdi sırada unutmak var.
yaşanan ya da yaşanmayan güzel günleri.
büyüsü bozuldu bu sevdanın.
en iyisi kurutmak hayalleri ve bir daha kurmamak düşünmemek geçmişi.
ve sürdürmemek yalan yüreğimde yarattığım hiçbir geleneği. bir güzelliktin uzun zaman önce yüreğimde yer eden.
şimdilerde ise çirkin ruhunla birlikte kaybolup giden.
şimdi sırada teşekkür var.
“sevgili olmayı ” başardığın zamanlarda yaşattığın mutluluk için.
pınarlarımı kurutup başkasına ağlamamı engellediğin için.
benliğinde yer eden anıları benimle yaşamayı tercih ettiğin için.
ve en önemlisi bir dilim ekmeği ikiye böldüğün için.
aslında o kadar çok teşşekür borçluyum ki.
mesela derslere sarhoş girişim!
hiçbir şiirimi istediğim gibi bitiremeyişim!
acıları yüreğime kazıyıp mutluluğumu gölgeleyişin!
çok sevdiğim şarkı sözleriları unutuşum.
hepsi senin eserin teşekkürler sevgilim.
kalabalıklar ortasında yalnızlığı tattırdın.
bakamaz oldum uğruna kırdığım dostların yüzüne.
açamıyorum odamın penceresini güneşe olan utancımdan!
o çok sevdiğim rüzgar benden uzak esiyor şimdi.
sonbahar da küstü.
yapraklar öyle güzel sararmıyor.
oysa tek sırdaşımdı seni bana sevdiren kasım yağmuru.
gençliğimi çöpe attım sayende ve yıktın beni ayakta tutan umudu.
teşekkürler sevgilim son kez teşekkürler…..

iclal aydın


YIRTICI KARMAŞIK VE RİYAKAR

February 26, 2011

Kadınlar…..

Uzun zamandır tanımlanan ya da tanımlanmaya çalışılan varlıklar; gerçekte hiç sevilmeyip asla vazgeçilemeyen ademoğulları onlar. Daha bu güne kadar onları anlayan, çözen çıkmadı. Özellikle erkekler bu konuda oldukça başarısızdırlar ve dünya üzerinde tek kabul ettikleri başarısızlıkları da budur. Bunu da bize bağladıkları için kabul etmişlerdir sebebi bizizdir her halikarda… Onlar bizi hiç anlayamazlar ve asla mennun edemezler. Bunun sebebini umarım düşünmüşlerdir ya da düşünen bir kaç tanesi çıkmıştır …. Yoksa böyle bir soruyu sorup da hiç cevap aramadıklarını düşünmek biraz zoruma giderdi. Neden mi? Çünkü bu sorunun cevabı bizzat kendileri ve onları ön plana çıkaran ve ne hikmetse daha değerli gibi gösteren yazılı olmayan sistem… Bu sistem yüzünden bizi anlayamıyorlar çünkü bu sistem bizi daha fazla karmaşık ve kendi mutluluğu için ölümüne savaşan yaratıklar yapmış da o yüzden bu denli yırtıcı, karmaşık ve riyakar gözüküyoruz….

 

Bilmiyorum belki de yırtıcı, karmaşık ve riyakarız aynı zamanda… Olabilir ben kabul edebilirim böyle olduğumu. Çünkü beni buna iten sebepler var: Ben ‘kız kısmı (?)’ diye beni ayrı bir yere koyan ve bazı davranışları yapabileceğimi bazı davranışları yapamayacağımı eğer yaparsam benim hakkımda çirkin sözler söyleme hakkına sahip olan insanlar olabileceğinin öğretildiği bir toplumun kız çocuğuyum. Kalbimdeki arın etek boyuyla doğru orantılı olduğunu düşünen amcaların teyzelerin kız yeğenleriyim…. Evlenince beni unutan ve ‘ Bu evden gelinlike çıktın ancak kefenle geri dönersin.’ diye beni evden gelin eden annelerin kızıyım. Ben evlendikten sonra öğrendiği şeylerle bir ömür ne yapacağımı bilemeyen milenyum kadınıyım. Benim dul olanlarım daha önce resmi seks deneyimi olduğu için potansiyel kötü kadın olarak bilinir. Benim genç olup da parkta bir erkekle sohbet edenim ‘yollu (?) ‘ dur…  Benim araba kullananlarım istisnasız gerizekalı ve beceriksizdir. Bizim ‘sırtımızdan sopa karnımızdan sıpa ‘eksik edilmemeli zira biz doğurmaktan başka bir işe yaramayan ‘eksik etek eksik akıl’ larız… Ev temizler, ütü yapar, çocuk bakarız… Başka değişik şeylere aklımız ermez…. Eşlerimiz çalışmamıza izin vermeyebilir böyle bir hakları olabilir…. Akşam belli bir saatten sonra ki bu saat bölgeden bölgeye veyahut kişiden kişiye değişir ama hep vardır bir üst limit birinin sorguladığı….Sen onu tanımazsın deme hakkımız yoktur eşimize ya da sevgilimize nasıl olur da onun tanımadığını tanıyabiliriz.

 

İşte  ömrümüz boyunca bizi takip eden saçma sapan aptal öğretiler yüzünden biz riyakarız, biz yırtıcıyız, biz sevimsisiz… Bu kadar basit. Biz güzel yalan söyleriz çünkü bazı şayleri yaparken acı çekmemenin tek yoludur yalan…. Pembe yalan bizim icadımız. Ona pembe adını biz koyduk çünkü aslen kadınsı ve masumdur pembe yalan. Bizim ne zaman doğruyu ne zaman yalanı söylediğimizi anlayamazsınız. Biz önce abimize, babamıza yalan söyledik parkta on dakika daha kalabilmek için; sonra annemize söyledik yalan okula o ayakkabıyı giyebilmek için…. Sevgilimize söyledik yalan gece dışarda olabilmek için; kocamıza yalan söyledik bir çift ayakkabıyı huzurlu giyebilmek için….

 

Bizi anlamıyorlarmış; neden?

Neyini anlamıyorsunuz? Siz doğuştan  davul zurnayla karşılanılan, doğunca çığlık atılan cinssiniz; sizin sünnet olmanız düğün sebebi….  Ama hala regl olduğunu kendi öz annesine bile anlatamayan kız  çocukalrımız var bizim…. Bilirsiniz insanlar susarmış ‘kız doğunca (?) … İşte biz sonradan sonraya herkese çığlık attırabilmek adına böyle bencil ve yırtıcıyız…. Biz tanıyan tanımayan, seven sevmeyen, bizimle yapabilen yapamayan hepsi ama hepsi bin pişman…. Pişman çünkü ne yardan geçibiliyorlar ne serden…. Kolayını bulmuşlar: Şu kadınları anlıyorsam ne olayım…. diyerek artık deliye bulaşmıyorlar çalıya dolaşıyorlar….

 

 

ANLADIĞIN KADAR  ÖZGÜRSÜN….

KOLAY GELE…

ELMA ŞEKERİ

February 16, 2011

On sekiz sene….

 

Dile kolay, dünya üzerinde olduğun yılın yarısından fazla; bu kadar uzun bir süre beraber olunca ona o kadar çok alışıyorsun ki senden bir parça oluyor… Alışıyorsun onunla yaşamaya… Onun için yaşamaya, ona göre yaşamaya ama yine de onu bir güzel öteliyorsun…. Neden mi?

 

O öyle herkese anlattığın bi parçan değil… Pek konuşmadığın, övünmediğin bir parçan; herkes bilmez onu …. Bir tek senin bilmesini arzu ettiğin kişiler bilir.. Bu da sana ayrı bir özgürlük aynı zamanda ayrı bir çekince kazandırır… Ama onun küllendiğini bilmek iyi geldiği için onun sana kendini hissettirdiği kimi anları öteler durursun… Bazen bir an gelir seni zorlar ve dillendirirsin onu… İşte dillendirdiğin an hatırlarsın onunla ilgili ortak geçmişi…. Bu da her anı ve hatıranı tekrar yaşamana neden olur…. O kadar sıkıldım ki seninle olmaktan; tek çarem seni anmamaktı…. Ama sen müsade etmedin buna biliyorum…. En başa mı dönmek istiyorsun? Hayır dönmeyeceğiz değil mi? Bana bu eziyeti yapmayacaksın değil mi?

 

Dün elma şekerlerine uzun uzun baktım Kızılay’ da; o çok buruk hatıram geldi aklıma…. Benim için hep gözyaşıyla anımsadığım Kızılay, elma şekeri ve Pehlivan üçlemesi… Seni andım ya aman hemen kendini hatırlat…. Hiç sordun mu ben seni anımsamak istiyor muyum? Tamam kabul, sen bensin… Biliyorum… Ama ben seni gömdüğümü sanıyordum Elma şekeri… Hoşgeldin… Belki de gelmiş gibi yapıyorsun… Her neyse… Ben o bildiğin Melike’yim hala… Sana yine de seninle yaşayabilirim diye posta koyabilen ben….

 

 

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN…

SUÇLUYUM ÇÜNKÜ…

February 11, 2011

Bazen dağlar da tepeler de yollar da hiç bir şey ifade etmez gittiğin yolda… Yolda bir problem mi var bindiğin araçta mı sorun var düşünür durursun… İnmek istemezsin ama araç iki de bir durur da kapıları açar; seni yoklar inecek misin, inmeyecek misin diye… İlk zamanlar ciddiye almazsın açılan kapıları ama sonra bakarsın iki de bir açılan kapılar seni rahatsız etmeye başlar ve düşünmeye başlarsın neden açılıyor bu kapılar diye…. Sonra sıralarsın hatalarını ve eksiklerini bu kapıları açtırtan…. Bunların bertaraf edebildiklerini ve öteleyebildiklerini halletmeye çalışırsın. Yapabildiklerini kotarırsın ya da kotardığını düşünürsün…. Ama beklediğin bir şey vardır: hep ihmal edilen, hatırlatılmadan yapılmasını istediğin, ince bir şey… Onu görmedikçe diş bilersin, bilersin bilersin de bilersin….

 

Hissettiğin duygular pozitif değilken hissettirdiklerin de olumlu olmaz, olamaz haliyle…. Ve bu kısır döngü sürer de sürer… İnsanlar gerilir, duygular gerilir; sonuçlar olumlu olamaz, konuşmalar körelir ve kelimeler boğazına dizilir…. Boğazında bir yumru, kalbinde bir sızı ,aklın karışık mı karışık ham armut gibi kalkamazsın oturduğun yerden…. Hep suçlusundur, hep bencilsindir ve bütün sorumlu sensindir…. Çünkü bencilsindir….

 

Belki doğrudur bencilliğin… Belki de bütün suçlu ve sorumlu sensindir…. Ne çıkar?

Bunu kabul etsen ne çıkar? Kabul edersin?  Her şey iyice kısır döngü haline gelir… Kabul etmen yetmez…. Vazgeçmen gerekir… Çünkü suçlusundur… Suçlusundur…  Ve suçunu itiraf edip cezanı çekmen beklenir…. Bütün suçlular cezasını çeker; öyle değil mi?

 

Mutlu olmaya takıntı yapmamalısın… Bu rahatsızlığın çözümü bu, öyle diyorlar…. Eeee?

Neyi takıntı yapacağım hayatımda? Ne olacak emelim? Mutluluğum olmayacak da…..

 

 

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN….

Follow by Email
Pinterest
Pinterest
fb-share-icon
Instagram