KÜÇÜK RAHATSIZLIKLAR EĞİTİCİDİRHayatınızda bir rutininiz elbetteki vardır. Benim de vardı herkes gibi, her gün duyduğum endişeler, cevapladığım sorular, işim icabı yetiştirmem gereken evraklar, düzenlemem veya  katılmam gereken toplantılar, görüşmem gereken öğretmenler, veliler…. Bu rutin uzar gider de; bu arada ufak bir ayrıntı vereyim benim öğretmenlik ve idarecilik yaptığım bölgede okuldaki iş hayatı  pek öyle bildiğiniz rutinlere benzemez. O gün payınıza gazeteci mi, emniyetten bir görevli mi, hırsız mı artık hangisi denk gelirse… Böyle bir yaşamım varken Nevra’nın hayatımıza katılmasıyla rutinim süt sağmak, mama hazırlamak, kakasını kontrol etmek, internetten alışveriş yapmak, onunla tekrar büyümek halini aldı… Makine doldur makine boşalt mevzusuna hiç girmiyorum. Neyse ek gıda sorunsalı ile birlikte organik tarım, organik tavuk, organik yumurta, gaz sancısı, yoğurt mayalama işine kadar evrilen hayat rutinimde kahve en büyük lüksümken artık kitap okuma ve yazı yazma gücünü nihayet bulmak için elimden geleni yaptığım bir süreçte hayatımdaki sağlam kitap okuma kurtlarından biri olan kardeşim vasıtasıyla bir kitap çıktı karşıma:  ‘Abla, yeni bir dizi var; kitap uyarlaması; ben okudum. Diziyi merak ediyorum adı The Handmaid’s Tale…’ demesiyle benim bütün çakralarım açıldı ve işin içinde bir de sinema varsa benim kayıtsız kalmam düşünülemezdi. Dizi ödül aldı, o mevzuya sonra değineceğim ama ben diziyi seyretmeden ve hakkında hiç bir kritik okumadan önce kitabı bitirdim. Tarzım bu, genelde kitap önce gelir…

Margaret Atwood kitabın yazarı, kitapta başka bir dünyadan sesleniyor ama bu bir aldatmaca, yanılsamadan ibaret. Ütopik, distopik ya da üstopik ne derseniz deyin yarattığı dünyada aslında içinde yaşadığımız düzeni sorguluyor yazar. Kitap üç aydır sizi görmeyen arkadaşınızın sizi görünce ‘Bugün metrobüs de çok kalabalıktı işten dönerken.’ demesi ne kadar abes ve damdan düşercesineyse o  kadar siz o dünyada yaşıyormuşsunuz gibi başlıyor. O yüzden avans isteyen bir kitap, ona göre muamele edin… Bana kalırsa herkese göre bir kitap da değil. Kendi dünyasına kurmaca bir anti gerçeklikten bakabilenlere göre bir kitap Atwood’unki. Yaratılan dünya sert ve acımasız. Evet, diyeceksiniz bizimki de öyle… Zaten kitabın mottosu  ‘Anlatılan bizim hikayemizdir…’ Hikaye bizim sert ve acımasız hikaye doğru, sadece hikayeyi gösteren kalem korkusuz…. Okudukça acı acı kimi zaman da müstehzi müstehzi gülümsediğinizi hissettiğiniz sert bir hikayesi var bu sistem eleştirisinin…. Evet tam anlamıyla bir sistem eleştirisi: İçinde yaşadığımız, var olduğumuz, çoğu zaman lanetlediğimiz sistemi farklı kuralları olan bir üst sistem oluşturarak eleştirme lüksüne sahip bu sistem. Böylelikle bu duruşu, bizim sistemden daha dürüst bir yere taşıyor onu aslında. Her şey ortada, vatandaşın gözü önünde zuhur ediyor. Ediyor etmesine de her sistemde olduğu gibi derin güçler, karanlık bağlantılar, yalan ve riya yine sahnede her zamanki gibi…

Her faşist sistemin uygulayıcılarının yaşama devam etmesi oyunun piyonlarının  düşünmemesiyle  sağlanır ki bunu da yazar karakterin ağzından tam da şu cümlelerle çok net ve keskin bir tarzda anlatıyor: ‘ …… düşünce de karneye bağlanmalı şimdi. Düşünmeye katlanılamayacak bir çok şey var. Düşünmek şansını zorlayabilir insanın, oysa benim amacım dayanmak.’

Büyük bir özgürlük mücadelesi var romanda tüm karakterler özelinde fakat en önemlisi özgürlük algısının  düşündürücü bir şekilde tekrar tanımlanması bana kalırsa: ‘ Bir şeyler yapma ve bir şeylerden sakınma özgürlüğü. Anarşi günlerinde bir şeyler yapma özgürlüğü vardı, şimdi ise  sakınma özgürlüğü…’  Size de tanıdık gelmedi mi?   ‘Bir fare istediği yere gitmekte özgürdür, labirentin içinde kaldığı sürece…’

Acı acı gülümsemek serbest!!!!

Kişisel gelişim,değişim, zamana ayak uydurma ve oluşma hususunda çok güzel ve okunası satırları bulunan romanda bana göre bu mevzuda en vurucu ve düşündürücü cümle: ‘Aldırmamak cehaletle aynı şey değildir; üstüne çalışmak gerekir.’

‘Küçük rahatsızlıklar eğiticidir.’ 

Benim vurulduğum tekrar  tekrar okuduğum, üzerine düşündüğüm en değerli cümle bu ki yazar ben olsaydım kitabın mottosu olarak bile kullanabilirdim; şöyle ki : Hiç birimiz hissettiğimiz küçük rahatsızlıkları pek ciddiye almayız.Ama farkında olmadığımız bir geri bildirim gönderir beynimize bu küçük, önemsiz gibi görünen değişiklikler.  Küçük ve önemsiz bir iz düşümü olduğu için bunları kabul etmek çok kolaydır.

Faşizm hep böyle başlamadı mı?

İki farklı toplumda da kadın olmak ile ilgili çok değerli tespitlerde bulunan Atwood bu olgunun olması gerekenlerini çok naif ve derin ifade ederek, kadının gücünü acısından aldığının altını çizmiştir: ‘Acı insanda iz bırakır ama görülmeyecek kadar derinde. Gözden ırak olan gönülden de ıraktır.

‘Ne kadar ileriye gidebilir insanoğlu?’  diye düşünmeden edemiyorsunuz romanı okurken sık sık, fakat yazar da aynı düşüncelere gark olmuş olmalı ki bu sorunuzun da cevabını hemen veriyor: ‘ sorun boğulmadan yutabilmekte …’ diye başlayan içsel sorgulamada Tanrıya  ‘Cennet için sana ihtiyacımız var. Cehennemi kendi başımıza da yapabiliyoruz. ‘ diyerek aslında ne kadar çirkin yaratıklar olabileceğimizin üstüne basıyor çok naif bir vurguyla.

AŞK?

Tümüyle gözardı edilen bu mevzu romanda; belki de tüm sıkıntı buradan kaynaklanıyordur. Siz karar verin….

Yaşam, insan olabilmek, insan kalabilmek üzerine çok muhteşem bir eleştiri The Handmaid’s Tale…

Okuyun mutlaka….

‘Daha iyi asla herkes için daha iyi demek değildir. Kimileri için daha kötü demektir.’   

 

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN…

 

P.S. Romanın dizi hali, senaryosu bu yazının içeriği değildir. Başka bir yazıda da onu irdeleyeceğim….

Follow by Email
Pinterest
Pinterest
fb-share-icon
Instagram