A TWELVE YEAR NIGHT

January 7, 2019

Dün gece Nevra’yı uyutunca aklımda bir şey varmış, bir planım varmış gibi oturdum televizyonun önüne. Ama bu aralar yorgunluktan mıdır, B12 mi eksik, yeterince patates mi yemiyorum; unutkanlığım üzerimde. Kapıda anahtar unutuyorum; elimdeki anahtarı cebime koyup anahtarım yok diye dolanıyorum…
Evet varmış bir planım, unutmuşum. Golden Globe| Altın Küre ödül törenimi seyredecektim unutmuşum.

Neyse Efendim, netflix listemi açtım. Başlattım A Twelve Year Night isimli filmi. İki saati geçkin bir film, sıkıntı olursa yarın bitiririm diye düşündüm. Yok, bazı filmler kendini seyrettirir…

A TWELVE YEAR NIGHT

Bir yolculuk anlatılıyor filmde. Çok çetin, çok yıpratıcı, insan olmayı sorgulatan, delirten bir yolculuk… Gerçek hikayeden vücut bulduğunu hemen anlıyorsunuz. Ancak ben sonunda şok oldum ve çok mutlu oldum. Uruguay tarihinden bir gerçek…. Saf bir Latin Amerika gerçekliği, çok güzel, dantel gibi işlenen bir sinemacılık örneği sergilenerek beyaz camda misafirimiz olmuş. Yönetmenimiz “Bad Day to Go Fishing” ve “Mr. Kaplan” dan aşina olduğumuz Alvera Brencher. Oyuncular ise Antonio de La Torre, China Darin ve Alfonso Tort…

Uruguay’da demokrasinin yok olduğu faşist dönemde Tupamaro örgütünün öldürülmeyen elemanlarının on iki sene hücrede tutulmasının hikayesi bu film… 12 yıllık karanlık gece….
“Öldüremiyoruz, delirtelim o zaman.” prensibi ile hapishanelerde_ ki sürekli yer değiştiriyorlar_ maruz kaldıkları insafsız yaşam şartlarını anlatıyor yönetmen bize. Buradan filmin bir hapishane filmi olduğu sonucunu çıkarmayın. Film üç adamın yolculuğunun çıplak ama şiirsel anlatımı aslında… Çok net bir film, lafı dolandırmadan, ağdalamadan, ekonomik anlatım yolunu kullanarak anlatan, ağlatan bir çıplaklıkta sunuyor size gerçekleri… Sistemi insan kurmasına rağmen insani değerlerden yoksun işlemesini ve emir komuta zincirinin acizliğini terazinin bir kefesine koyan hikayemiz diğer tarafına da yol arkadaşlığının kıymetli oluşu gibi eşsiz bir kavramı umut koltuk değneklerini kullanarak oturtuyor….

A TWELVE YEAR NIGHT

Beni alıp götüren ve koltuğa çivileyen en önemli hal de filmin ana karakterinin “ses” olması sanki. Sesin yaşamımızın temel taşı olduğuna inanan biri olarak bu ayrıntı ve film müziğ “The Sound of Silence” beni yakalayıp da sarstı diyebilirim. Radyodan atılan golün dıyulmasının yarattığı mutluluk o kadar kıymetli resmedilmiş ki yazmamak olmazdı. Evet, futbol Uruguay için çok önemli bir alt kimlik bilirsiniz. Hayali topa doğru bakan erler sahnesi ise sinemaya vurgun bir seyirci için çok kıymetli bir anlatım olabilir…

Faşist hükümetin ve askeriyenin insanlıktan uzak tutumu, o kadının ölümü ve elindeki silah sekansı ile en üst perdeden bir nefret oluşması için yeterliydi. Sahip oldukları artılar, zekaları ve sanata olan yatkınlıkları küçük küçük ama sade anlatımlarla taçlandırmış filmde karakterleri. İnce ince faşizm ve demokrasinin arasındaki farkları gözler önüne seren film aynı zamanda bir “Umut” filmi… Umudun hep orada bir yerde olduğunu bağıra bağıra söyleyen…

İyi ve kötünün her yerde hep olmuş, olan ve olacak olan savaşı faşizm ve demokrasi kılığında karşımıza çıkmaya bayılır. İşte “12 yıllık Gece- A Twelve Year Night” tam da da bu kostüm ile oynanan bir oyun aslen; biri çıplak yalın ve umutlu tıpkı bugün olduğu gibi….

Anladığın kadar özgürsün….

Sinemayla kalın….

“AMOR”….. ROMA….

December 19, 2018

Biliyorum her yerde Roma filmi ile ilgili eleştiri, film okuma, inceleme, vb yazı ve makale ile karşılaşıyorsunuz bu aralar. Sinemanın herkesi hemen ele geçiren etkisi kimi zaman büyüleyici iken kimi zaman da can sıkıcı olabiliyor. Seyretmeyeler için ciddi bir eziyete dönüşen bu süreç, kiminizin ödevini yetiştiremeyen Çalışkan öğrenci gibi hissetmenize; kiminizin de filmden beklentisinin yükselmesine yol açtığını farkındayım… Film güzel, en kısa tanımıyla…. Ne kadar güzel?

Pandispanyayı bilir misiniz? İçinde o, şu, bu olmayan sade kek…. Yine de lezzetli, belki de bir bardak kahve veya çay ile pek güzel yeneni… Roma çok lezzetli ve kaliteli bir pandispanya….Pandispanyayı bilir misiniz? İçinde o, şu, bu olmayan sade kek…. Yine de lezzetli, belki de bir bardak kahve veya çay ile pek güzel yeneni… Roma çok lezzetli ve kaliteli bir pandispanya….

“AMOR”..... ROMA....

Film oldukça yalın, çıplak ama dokunaklı. Renksiz diye eleştirilerimiz çıkar illaki de film aslında renksiz değil. Görebilen için çok renkli…. Dedim ya öyle havuçlu, tarçınlı,cevizli kek gibi bir dünya element yok filmde belki de ama yaşadığımız her gün kadar rutin, sakin ve kaotik ; hepimizin hayatı gibi zor ve yorucu bir film Roma…
Golden GLobe’da Yabancı Dilde En İyi fİlm adayı olan Roma filminin yönetmenlik koltuğunda Alfonso Cuaron oturuyor ve altmışlı yetmişli yıllarda fakirlik içindeki Mexico City’nin ROma adlı mahallesinden sesleniyor bize. Libo isimli hizmetçilerine adadığı filminin esin kaynağı bizzat LiBo…. Büyük bir bölümünün kendi yaşamından bir kesit olduğu film çok yetenekli profesyonel bir fotoğrafçının muazzam bir albümüne bakıyorsunuz hissini uyandırıyor. Sanat yönetmeni de kendi olunca ortaya seyri zor ama heyecan verici bir yapıt çıkmış…. DÖnemin siyasi ve demografik durumunu tüm çıplaklığıyla gözler önüne seren yönetmen ülkede, halkın en çekirdek ve önemli öğesi olan ailede de oluşan çöküşleri çok iyi resmetmiş…. O dönemde her zaman olduğu gibi eğitimli ya da eğitimsiz tüm kadınların hayatlarında verdiği mücadeleyi de tüm renkleriyle gözler önüne sermiş….

“AMOR”..... ROMA....

Yalitza Aparicio filmde bizi Cloe’yi bize hep bir mesafeden oynuyor sanki, bir türlü kızamıyorsunuz ona…. Tüm hayatı boğazında bir yumruk olan CLoe’ye kızmayı bırakın bir cümle dahi kuramıyorsunuz. Onun kimsesizliği, yalnızlığı, içindekileri asla dile getirmemesi ve adanmışlığı sizi o kadar etkiliyor ki her şeye rağmen çamaşır aşmaya çıkmasını bile yadırgayamıyorsunuz. Hemen sizde de bir kabullenme oluşuyor…. Çalıştığı evin kaosu içinde bir yaşam düzeni kurmuş iken CLoe birden sarsılması gereken bir gerçekle yüzleşiyor fakat bir tek biz sarsılıyoruz sanki öğrenince….

Ev hanımının sessiz ama etkili intikamındaki oyunculuk efsaneydi bana göre. Hastahane çekimleri, o toz zerrecikleri ki bana Türk filmi Zerre’yi hatırlattı, çok etkiledi beni yine doğruyu söylemem gerekirse…. Ancak iki Sekansta yönetmene düşündüğüm şeyi yapmaması için dua ettim…. Gönülden….. Birinde sesimi duymamazlıktan geldi fakat ikincisinde, Oh… şükür dedirtti…. CLoe de ben de kaldıramazdık o kadarını….

“AMOR”..... ROMA....Filmde iki sahne, hastane ve sahildeki mühim sahne başka filmlerden size tanıdık gelebilir. Büyütmeyin o kadar, sinemacının gözü bazen aynı yerden bakar…. Orta Amerika’da etkisi halen devam eden Maya Kültüründe toprak kap ve sembolize ettiği anne Rahmi ilişkisi de filmde iyi işlenerek her şey aslında çok sessiz ama yüksek sesle anlatılmış…. Evin babası olan adamın hayata karşı tutumu, içine düştüğü ve düşürdüğü durum, sokaklarda meydana gelen tarihte yeri olan sivil olaylar, havada durmadan uçan uçak o kadar ekonomik ve minimalist bir yöntemle filmden almamız ve anlamamız gerekeni anlatmış ki ben yönetmenin bu tutumunu çok şık buldum…. Bİr araba ile ne kadar çok değeri, bir uçakla da öteki hayatların yaşandığını yalın ama altını çizerek ifade edebilmiş…. Evin köpeği bana sevgisizliği simgeledi filmde, biri tarafından sessizce sevilen, yaşayıp giden bir varlık sadece….

“AMOR”..... ROMA....Roma aynı zamanda bir kadın filmi … Güçlü kadın, kendini hayatına adamış kadın, kırılgan kadın, başının çaresine bakmak zorunda olan kadın, sevilmeyen kadın, yalnız kadın, anne, hizmetçi, çalışan kadın …. Hepsi de yaralı kadın…. Devrilen ama yıkılmayan kadın, yıkılamayan kadın, kendi sesinden bile korkan, kendine dahi itiraf edemeyen kadın…. Koruyan, kollayan ve her şeye rağmen devam eden kadın….
Kitapları olan lakin kitaplığı olmayan kadın…..

Follow by Email
Pinterest
Pinterest
fb-share-icon
Instagram