KÖPEKDİŞİ
May 27, 2011
Görünüşte ve pratikte ‘Dogtooth’ bir film ama öyle iki şişe bira ve ve bir tabak tuzlu fıstık eşliğinde izlenilecek bir film değil. Eğer Haneke ve Trier’in filmlerine aşina değilseniz ve karnınızda bir gerginlikle film seyretmekten hoşlanmıyorsanız seyretmeyin demeyeceğim. Zira bu filmi seyretmeyin demek sinemaya başlı başına ihanet olur….
Kirli dünyadan korumaya karar vermiş anne baba çocuklarını ve bunun en mümkün yolunun onlar için yeni bir dünya yaratmak olduğuna kanaat getirmişler. Bunun nedeni ile ilgilenmiyor yönetmen Giorgos Lanthimos ve senarist Efthimis Flippou; daha çok süreci ve sonucu çırılçıplak çok iyi bir oyuncu performansı ve yönetimi ile gözler önüne seriyorlar. İkisi kız üç kardeş olan çocuklar için yeni bir dil ve yeni bir ölçme değerlendirme sistemi yaratılmış anne ve babası tarafından. Dış dünyayla ilişkileri tamamen kesilmiş. Kapının dışına, evden dışarı sadece baba arabayla çıkıyor. Çocuklar eterle kendilerini bayıltarak oyun oynayacak kadar farklılar. Sürekli garip boyutlarda eğitiliyorlar. Bir kedinin abilerini öldürdüğüne inançları sebebiyle kedi gibi bir hayvanı canavar olarak tanıyorlar. Çoğunlukla iç çamaşırlarıyla geziyorlar. Çünkü giyinmek ve vücutlarını korumak gibi değer yargıları yok. Ayrıca en fenası sadece köpek dişi sallanıp düştüğünde evden ayrılabileceklerine – o da arabayla – feci halde inançlılar.
Dış dünyayla tek bağları, babanın erkek çocuğun cinsel ihtiyaçları için eve getirdiği – nasıl getirdiğini filmi izleyip görün – güvenlik görevlisi. Ama öyle şehvetli sevişmeler falan olmuyor aralarında. Sadece ihtiyaç giderme maksatlı, hiç öpüşmediler mesela. Bu kızın, kız kardeşlerle iletişimi ile ‘haz’ ile tanışan kızlar birbirlerini yalayarak istediklerini yaptırır hale gelirler. Onlar için farklı ve çok önemli olan fosforlu bir taç yüzünden ‘Dil’ kullanarak istediklerini elde ettiklerini düşünen kızların bunu bizim algımızdan çok farklı dürtülerle yaptıklarını filmin sonunda çok ama çok net algılıyoruz.
Yalnız tek önemli olan – ataerkil aile düzeninden dolayı ki bu düzen de inceden eleştiriliyor – erkek çocuğun cinsel ihtiyacı ve bunu temin etmek için en çirkinini kendi elleriyle yapmaktan geri durmuyorlar. Fakat çocuklar hiç bir şeyin farkında değil. Öyle bir algıları yok, yaratılmamış. Televizyonu tanımayan, bilgisayarı olmayan müzik dinlediklerinde farklı bir dil bildikleri için tercümeye ihtiyaç duyan bu zavallı gençlerin ‘ Seks’ ve ‘Haz’ gibi algıları yok. Eğlenceleri kek yeyip, sözde büyükbabalarının şarkısını babalarının tercümesi ışığında dinlemek veya kendi videolarını seyretmek. Filmi izlerken şarkının tercümesinin ana temasına dikkat etmeyi ihmal etmeyin sakın….
Yeter bu kadar spoiler; filmin tadını (!!!!!) daha fazla kaçırmayayım. Müzikle süslenmeyen sekanslar – tıpkı Haneke – , karakterler arasındaki abuk dil ve mantıksız eğlenceler önce sizi çok rahatsız ediyor. Lakin onların algılarının bundan öteye geçmediğini algıladığınızda asabınız iyice bozuluyor. Son mu? Son feci…… Gerçekten, Trier’in filmlerinin arından 5-10 dakika oturduğunuz yerden kalkamazsınız ya hani işte öyle çakıldım koltuğa.
İnsanları bir kalıba ne yaparsan yap sokamazsın. Ve hiç bir insanı içine bulunduğu yaşamdan koruyamazsın, ondan gerçeği saklayarak sadece büyük ve önlenemez bir merak yaratmaktan başka bir işe yaramaz bu…. Yok böyle bir şey…. Başka bir dil konuştur, tuzluğa telefon dedirt, kediyi dünyanın en korkunç canavarı olarak tanıt, uçağı tek oyuncak olarak algılat…. Ne yaparsan yap…. Değer yargıları kazandırman yeterdi de artardı da…. Yoksa dayatma yaşamlar hep bir felaketle sonuçlanır; çünkü insan ruhu değişkendir ve özgürür. Gaz gibidir; istediğin kadar sıkıştır, kaçacak bir delik bulur ağzını yüzünü kırması gerektiğine inansa dahi….
Seyredin, kıçınıza kuşun yemiş gibi olacaksınız…..
NOT:Artık klavyeye bakınca sinirden gülüyorum….
SİNEMAYLA KALIN…..