AYŞE HANIM…

February 5, 2011

1926 doğumlu benim anneannem. Beyaz tenli boylu poslu bir kadındır. Ama görüp görebileceğiniz en huysuz kadındır. Onun doğruları vardır, sabit fikirlidir ve aslında ona istemediği bir şeyi yaptırmak da dünyanın en zor işidir. Şimdi karşımda oturmuş torununun kızına, yani benim kızıma meşhur iki renkli patikten örüyor. Aslında bu yaşına rağmen, aslen küçük ördüğü patiği büyütmek ve benim kızın ayağına göre yapmak için büyük bir inatla çalışıyor bugün. İşte belki her şey eskiyor yaşlanıyor da  ‘İNAT’  dediğimiz huy hiç eskimiyor. Sabahtan beri o patikle mücadele veriyor. Daha tam olarak bitiremedi ama o kadar azimli ki, belki de inatçı ; ısrarla patiği söküyor, örüyor olmadı bir daha söküyor…. Yani bir ustanın azmi ve konsantresiyle patik üstünde çalışıyor….

 

Kulakları  duymuyor. Öyle böyle değil ciddi duymuyor. Kulağında aparat olmasına rağmen duymuyor. İzlemek istediği dizi ya da evlenme programı varsa sanki evde çekiliyor izlenimi verecek kadar sesi açılıyor televizyonun. Acıkdığını söylemiyor tövbe… Eskiden beri söylemezdi zaten. Isrardan hoşlanmıyor…. Ama kendisi dünyanın en uzun sürebilen ısrar temalı muhabbetlerini yapabiliyor. Buna rağmen artık eskisi gibi çehresini karartıp eli belinde bağıramıyor çünkü artık yaşlı…. Bugün merdivenden çıkarken ona yardım ettim ve bana dedi ki: ‘Yaşlılık… Böyle olacağımızı bilmiyorduk…’ Evet hepimiz yaşlıları gözlemlesek de bir gün gelip öyle olacağımızı hiç hesaba katmayız. Düşünsek bile yaşamak ve içinde olmak gibi olmaz tahayyül etmek…

 

Arkasından bahar gelmeyen kış gibidir yaşlılık. Öyle bir kış ki cemre düşüp de hava hiç dönmeyecek herkes bilir. Hiç bahar gelmeyecek. O eller ayaklar eskisi gibi rahat hareket etmeyecek, o kulaklar eskisi gibi duyamayacak, o gözler eskisi gibi cavlamayacak, eskiden güldüğünüz veya ağladığınız şeyleri artık hatırlamayacaksınız bile….Unutmak evet unutmak ve bir daha hatırlamamak…. Belki de en kırıcı amaresi budur yaşlılığın : unutmak… Beynin buruş buruş olması ve suyunu çekmesi…. Eskisi gibi laf satamamak, gülememek….. Offff bunaldım… Ama zor inanın bana onları izlemesi ve tahlil etmesi bu kadar zorsa yaşlı olması kimbilir ne kadar zordur… Aslında bebeklikle çok benziyor. Konuşmuyorlar ama huysuzluk yapabiliyorlar. Uyumakta zorlanıyorlar, yemek yemek istemiyorlar. erkenden uykuları geliyor, bazen susmamacasına konuşmaya kalkıyorlar…. Ama bebekler kadar sevimli olmayabiliyor bazıları…

 

David Fincher’in Curious Case Of Benjamin Button filminde olduğu gibi hayatı tepe taklak yaşasaydık her şey bence daha problemli olurdu. Entellektüelliğini tamamlamış  ama altına yapan minik bebekler ile iyiyi kötüyü ayıramayan koca koca insanlar. Böylesi daha zor olurdu herhalde…. Çevremizde daha konuşmasını ve temel tuvalet alışkanlığını kazanamamış büyücek insan oğlu ve yedinci sanattan, duygusal zekaya kadar en temel ve hayati mevzularda bilgi sahibi olan ama bunu konuşup adam gibi ifade edemeyen küçücük insanoğlu…. Bu yaşadığımız dünya düzenini başka bir düzen haline getirmemize yol açacak yeni bir yaşam biçimi oluşturmamaızı sağlardı….Belki işlerin alıştığımız hali o olsa alışkanlığımız olurdu da şimdiki bize anormal gelirdi…. Kim bilir?

 

Velhasıl Shakespeare’in de dediği gibi sonesinde yaşlılık büyük bebekliktir. Tekrar dişsiz kalırsınız, tekrar altınıza kaçırırsınız, ayağınızda terlik odadan bile ayrılamak istemezsiniz…. Dışarıda dönen hayat size anlamsız ve gereksiz gözükür , en kısa zamanda bu sahneden ayrılmak istersiniz…. Juvenal’in çok sevdiğim sözüyle yazımı noktalamak isterim : Yaşlılık ölümden çok daha korkunçtur….. Neden mi? Çünkü ölüm bir andır, bir noktadır… Yaşlılık ise ne kadar ve nasıl süreceğini bilemediğimiz, ama boşrolünü bizim oynadığımız bir filmdir… Hepimize sağlıklı yaşlanmalar diliyorum…

 

ANLADIĞIN KADAR ÖZGÜRSÜN…


Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

Follow by Email
Pinterest
Pinterest
fb-share-icon
Instagram